CASUSLUK VE DEVLET SIRRI
Ceza kanunumuzda, casuslukla itham edilen kişi için hangi motivasyonların geçerli olduğuna dair bir sorgulama yapılmamakta. Hatta casusluk kavramının tanımı dahi yapılmamakta.[*] Bu durumda da kavramın tanımlanması işi ideolojik parçalanmışlıkla malul hukuk doktrinine ve içtihat metinlerine bırakılmış. Kanun dağıtıcılar da istedikleri bir tanımı ya da TCK ve CMK’da kıyısından bile geçilmemiş olan “casusun motivasyonu” meselesini kişisel bakış açılarına ve deneyimlerine göre belirlemekteler. Öyle olunca da mesleğini icra ederken suç işleyen kamu görevlilerinin bu suçunu ortaya çıkaran bir başka devlet görevlisi ya da bu suçla ilgili haber yapan bir gazeteci kolaylıkla casusluk ithamıyla karşı karşıya kalabilmekte ve ağır hapis cezaları alabilmektedir.
Casusluk
Türk Ceza Kanunu’nun Devlet Sırlarına Karşı Suçlar ve Casusluk başlıklı yedinci bölümünde (Md.326’dan Md.339’a kadar) bu nitelikteki suçlar 14 madde şeklinde düzenlenmiş olmakla birlikte kamuoyunda “casusluk” dendiğinde daha çok 327-330 arasındaki maddeler anlaşılmaktadır. Nitekim Cumhuriyet savcıları da ağırlıklı olarak bu maddeleri suçlama konusu yapmaktadırlar. Bu maddeleri basit bir tabloyla şu şekilde özetleyebiliriz:
Burada ikili bir durumla karşılaşıyoruz. “Devletin güvenliği veya iç veya dış siyasal yararları bakımından niteliği itibarıyla gizli kalması gereken bilgilerin” temin edilmesi ayrı ve açıklanması da ayrı bir suç olarak düzenlenmiş. Hatta bu bilgilerin “siyasal veya askeri casusluk maksadıyla” elde edilmesi ve açıklanması da başka maddelerde ele alınmış. Konu hakkında hukuki bir tartışmaya girecek değilim. Basit bir internet araştırması ile yapılmış birçok çalışmaya ulaşmak mümkün.
Yapılacak araştırmada casusluk ithamına maruz kalan birçok isme ulaşmak mümkün olacaktır. Fakat TCK’daki casusluk suçlamasının karşılığı olan 328 ve 330’uncu maddelerden hakkında hüküm tesis edilen çok az insana rastlanacaktır. Nedense ülkemizde Cumhuriyet Savcıları insanları suçlarken oldukça bonkör davranmaktalar. Fakat mesele mahkemenin hüküm tesis etmesi aşamasına geldiğinde ise “siyasal ve askeri casusluk maksadıyla” gizli bilgilerin elde edilmesi ve açıklanması noktasında yeterli somut delil elde edilemediğinden TCK’nın 327, 329 ya da daha başka maddelerine göre hüküm kurulmaktadır.
Hem soruşturma hem de duruşma savcılarının delilsiz ve mesnetsiz biçimde “casusluk” suçlamasında diretmelerini anlamak mümkün değil. Açıkçası insan art niyet, ideolojik şartlanmışlık ya da siyasal beklenti dışında bir motivasyon bulmakta zorlanıyor.
Gelelim “devlet sırrı” meselesine.
Devlet Sırrı
Aslında “casusluk” suçlaması üzerinden yürütülen tartışmaların temel nedeni devlet sırrı kavramının kesin bir tanıma kavuşmamış olmasıdır. Kaldı ki hala daha devlet sırrı kavramı etrafındaki tartışma ve belirsizlikleri giderecek bir hukuki düzenlemeye sahip değiliz.
Devlet Sırrı Kanun Tasarısı 2008 yılında hazırlandı. O gün bu gündür yasalaşmayı bekliyor. Tabii ki böyle bir yasanın yürürlüğe girmesi yasa koyucular arasında suç işleme temayülü olanlar ve “devlet sırrı” kavramını da işledikleri suçların paravanı olarak kullananlar açısından işlevsel değildir. Mesela, AKP Hükümetinin 2011 yılından itibaren Suriye’de yaşanan gelişmelere müdahale şeklini hatırlayalım. Neredeyse her aşamanın TBMM denetiminden gizlendiğini ve “devlet sırrı” zırhı kullanılarak zincirleme suçlar işlendiğini görmekteyiz. Bu durumda devlet sırrı kanun tasarısının yasalaşması, kamu görevinin sağladığı nüfuzu kullanarak suç işleyen kişiler tarafından istenmeyeceği -hukukçuların sevdiği bir tabirle söyleyelim- izahtan varestedir.
Fakat şu kadarını da söylemek gerekir ki, devlet sırrı ve casusluk kavramlarının net hukuki tanımları bulunmadığı için mahkemeler geniş bir takdir yetkisine sahip olmaktadırlar. Biz bu geniş takdir yetkisinin adaletin tesisi için değil de keyfi ve kayırmacı bir biçimde siyasal yarar temin etmek maksadıyla kullanıldığını Yargıtay 16. Ceza Dairesinin ilk derece sıfatıyla yürüttüğü “MİT Tırları” yargılaması esnasında gördük.
Yargıtay 16. Ceza Dairesi, Adana’da durdurulan ve MİT’e ait olduğu öne sürülen tırlarla malzeme taşınması işleminin ve tırların içindeki malzemelerin devlet sırrı mahiyetinde olup olmadığına bir türlü karar veremedi. Daha doğrusu karar vermek istemedi. MİT tarafından savcılık makamına ve mahkemeye hitaben yazılan yazılardaki “MİT görevlilerinin devlet sırrı kapsamında bir görev icra ettiklerine” dair beyanı araştırmaya gerek görmeden doğru kabul etti. Oysa o tarihte (ve hatta bu yazının yayınlandığı tarihte de) neyin devlet sırrı olduğunu belirleme yetkisi bir muammadan ibaret.
Resmi bir evrakın “Devletin güvenliği veya iç veya dış siyasal yararları bakımından niteliği itibarıyla gizli kalması gereken bilgileri” ihtiva edip etmediğini, üzerine basılacak gizlilik derecesini belirten damgalardan anlamak mümkün olabilir. Fakat yetkili makamlara hiçbir resmi evrak ibraz edilmeden velev ki kamu görevlileri tarafından yürütülen bir faaliyetin devlet sırrı kapsamında olduğu savında diretmek, bir varsayımın doğruluğunda diretmekle eş değerdir. Ve bu faaliyetin kontrole tabi tutulmasında görev alan güvenlik görevlilerinin casusluk ithamına maruz kalması ve hatta cezalandırılması ise büsbütün bir hukuksuzluktur, büsbütün bir hak ihlalidir.
DEVA Partisi kurucularından, eski asker Metin Gürcan’ın casusluk suçlaması ile tutuklanmasını anlamaya çalışırken bu hususların da dikkate alınması gerekmektedir. Sadece Metin Gürcan’ın ve MİT Tırları davasından hüküm giyen savcı ve jandarmaların değil, Osman Kavala’nın, Can Dündar’ın ve casusluk ithamına maruz kalan, devlet sırrı niteliğinde bilgi ve belgeleri ele geçirdiği ya da açıkladığı iddia edilen ve yargılanan herkes hakkında ihtiyatlı bir yaklaşım sergilemek zorundayız.
Evrensel hukukun temel kaidelerinden olan “masumiyet karinesi” bir yana, başta hukukun yanlış ya da art niyetle yorumlanması neticesinde mağduriyet yaşamış herkesin ve her kesimin, suç soruşturmasına maruz kalan kişiler hakkında “casus, hain, terörist” vb. ithamlarda bulunurken on düşünüp bir konuşması hakkaniyetli olmanın gereğidir.
Sır mı, Devlet Sırrı mı? Hangisi Namus?
Ortada çok ciddi bir hata ve yanlış tanımlama olduğu kesin. Yoksa bunca “sırlı” ve yasadışı olaya “devlet sırrı” deyip geçmezdik. “Cambaza bak” oyunu oynayanlar ne yaptıklarının ve neleri gözlerden sakladıklarının farkındalar. Bu kesin. Fakat bilinçli kamuoyu neleri gözden kaçırdığının farkında mı? Bir ülkenin geleceği “devlet sırrı” perdesi arkasına saklanarak ipotek altına alınmakta. “Sır namustur” anlayışı, “devlet sırrı namustur” anlayışına dönüştüğünden beri çöpe gitmiştir. Mafyatik yönetim anlayışının icat ettiği her “sır” ülkenin ve nesillerin geleceğini ipotek altına alan potansiyel ve vahim bir suçun varlığını işaret etmektedir.
Kanuni bir düzenleme ile açıklığa kavuşturulmamış olan “devlet sırrı” kavramı, siyasetin ve hukukun kılıcı ve kırmızı çizgisi olarak kullanılmaktadır. Savcılar, açıkça tanımı yapılmamış ve unsurları ortaya konmamış bu kavramı kullanarak insanları suçlayamaz. Hakimler hukuki dayanağı olmayan bu kavramın ihlal edildiği varsayımı ile insanlar hakkında ceza hükmü kuramaz. Siyasetçiler bu kavramın arkasına saklanmak suretiyle işledikleri suçları perdeleyerek ona buna çemkiremez. Medya canının istediği herkese bu kavramı silah gibi kullanarak casus, hain, terörist yaftasını yapıştıramaz.
[*] Casusluk tanımı yapmak ceza kanunun görevi midir? Yani her suçun tanımının yapılması gerekir mi? Tabii ki bunu ayrıca tartışmak gerekir. Fakat kanun canının istediği yerde suçu tanımlanış istemediği yerde tanımlamamış.