EZBERDEN OKUDUKLARIM (4)
Hep açık değildir ya! Bazen de kapatırım gözlerimi. Ezber edilmiş bir masalı, bir şiiri, bir duayı mırıldanır gibi. Hayalhanede birikmiş olanlardan, örtüsü kaldırılıp okunacak neler neler vardır, kim bilir? Birikenler görülmüş, okunmuş ve öylece sandıklanmıştır. Ezberden okunmasında sakınca yoktur. Birçoğu anlık duygu sağanaklarında, görünüp kaybolan ya da okunması ertelenen kartpostallara benzer.
Bir ağacın dalından, bir çiçeğin tozundan, bir kuşun kanadından, bir mezarlık taşından, dünyanın dönüşünden, serçenin ötüşünden, cananın gülüşünden, leylanın gidişinden, gülün dikeninden, lalenin boyun büküşünden, kızaran erguvan çığlığından, nazlı işveli gülibrişim ağacından, akan sudan, yakan ateşten, savuran rüzgârdan, büyüten topraktan, kopan, yeşeren, sararan, kuruyan yapraktan…
Eşyanın her halinden. Ve zamanın her diliminden. İnsanın her duruşundan. Doğanın her dokunuşundan. Ama sesli ama sessiz, kâh bakarak kâh ezberleyerek okunmayı bekleyen gölgeler, izler, sesler, heceler, renkler, resimler ve hayatlar. Bütün albenileriyle göz kırpıyorlar. “Bir bilen yok mu okumayı”, der gibi adeta. Zira boş bakışlar kirletir, çer-çöp edası katar. Dik bakışlar incitir. Dar bakışlar üzer.
Yanakta nem, yüzde tebessüm, alında düşünce kırışıkları, çehrede dikkat parıltıları, gözlerde farkındalık dokunuşları olunca nesneler ve hadiseler okunmaya amade bekler. O vakit yüzünden okumuşsun, hüzünden okumuşsun, ezberden okumuşsun hiç fark etmez. Damladan deryayı, ağaçtan ormanı, karıncadan sürüyü, başaktan tarlayı, dünyadan kâinatı, bir andan bütün zamanı, bir insandan bütün insanlığı okumanın sırrına varmışsındır.
Okunacak başka ne kaldı ki?
Kitap mı? Onun kapağını kaldırmadım henüz.