YAŞAMAK ALIN YAZIMIZ

 

Biz ki, geçen zamanın ardına düşmekten yorulmamış, hızlandığımızı zannettikçe yerimizde saydığımızın farkına varamamış gâfiller ordusu. Zamanın bizi buyur ettiği mekânın pencerelerinden ufuk gözetlemek varken, yersiz bir aldanışa peşkeş çekmenin şaşkınlığından kurtulamamışız. Gölgesinde durulandığımız “zaman”, öylesine cazip ve öyle tehlikelerle donanmış ki, adımlarımızı kovalayan tik taklara hiç kulak kabartmadan “mor kâküllü şehzade”yi taklide yeltenip toz yutmuşuz; asrın ve tarihin köhne yollarında.

Denizler gördük. Nice yıllara med vaktini yaşattık. Cezir üstüne cezir heyecanlar barındırdık sadırlarımızda… Kimin haddine silmek yılların izini! Deryaya yelken açma gayretinden başka, nasıl bir işgüzarlığımız oldu ki? Elimiz suya değdikçe boğulayazdık… Kıyılar hırçınlıkla karşıladı bizi. Ah ki, kıyı özlemlerimiz hiç tükenmedi.

Çakıl taşlarından bir dost edinseydik keşke, diyesim geliyor bazen. Belki sıyrılırdık avuntusu benimki, hantal yükünden vefasızların. Sadece biz âdem nesline has olsa gerek hantallık. Oysa en durgun halinin bile kıpır kıpır olduğunun farkına varmışızdır çok kere, denizin ve bütün doğanın.

Zamanın terkisinde… Ne idik ve ne olduk. Bir aşkınlık mıydı süregelen arzularımız? “Yâr eli” diye bir terane bulduk dünya nâmına, ten menfaatine. Boğulduk, ümitsizliğe düşmeden; aşk ve sevda içinde. Boğulduk, kartpostallardaki denizlerde. Hayâl gücümüzün sınırlarını aştı da aştı bu heyecan. Körpe iradelerden bundan fazlasını bekleyenler yüzüstü kaldılar. Tahammülümüzden fazlasını yüklediler çürük omuzlarımıza. Bizler ki körpe varlıklardık baştan aşağı. Körpelik makamında ömür demlemek sevdasındaydık.

Geçen zamanı hatıra getirdikçe pişmanlık burcuna yeni yeni kerpiçler döşemek kaçınılmazlaşıyor. Pişmanlık ki, bir ten oyunu, ruhu aldatan. Pişmanlık, geçen zamanın kamburundan sızan bir inilti. Bugüne ulaştırdığı sadece bir nasihat; hüzne bulanmış ve içine kapanık.

Mevsimler tuttu elimizden, yoruldukça. Yıllara adım uyduramadık. Nefes yetiremedik hançeresindeki albenilere. Ayları çağırdık imdada. Mevsimler de yıllanmıştı çünkü. Nasıl katlarınız dedik aklaşan, sararan, kızaran ve savrulan döngüye. Haşinliğe yoktu tahammülümüz. Derken yorgun düşürdü irademizi, hiddet ışıltıları ayların. Günlerin geçici tesellilerine açtık sinemizi. Biz ki aldanışın ezeli erleri; masum kılıklı âdem evlatları… Her gece bir gündüze gebe, diyerek içten sevinç çığlıkları attık. Çığlıklarımız ve gece, bütün ağırlıklarıyla çöktüler, gündüzün ve bizlerin omuzlarına.

Neler öğrenmedik ki övüle dövüle… Ömür törpüsüymüş meğer gözyaşı dökmelerimiz, “yıllarım” deyip de… Bir acı oyunu oynamış da hasret, figüranlık yapmışız, farkında olamadan. Mevsimlerden öyle saltanatlar kurmuşuz ki doğanın ipekten sinesinde, yer yarılmış yere batmışız. Ağlamış, ağlamışız da kemendine tutunmuşuz kurtuluş ümidiyle, dost sûretlilerin. Dere boylarında, ırmak kenarlarında suyun huzur veren akışını seyre dalmışken günlere bel bağlamış, eyyama dilek gömmüş, aşk ve sevda devşirmeye yeltenmişiz akşam alacasını düşünmeden.

Felsefece bir çıkış aramak da beyhudeymiş. Ülfet peyda edecek derecede berhudar olmuşuz zaten, yollarda azık diye onu heybemize aldığımızdan.

Yoldur, serilen, hayat serencamımızın en işlek yerlerine. Yoldur, ömrümüzü bütün ayrıntısıyla özetleyen… Irmakça bir sevdaya tutulan yollar. Her ânıyla taptaze. Tozuyla, bereketiyle… Irmak! Her damlası billûrdan… Billûrdan her çağlayışı. Yağmurun selâmını, dağın heybetini bir sır gibi bağrına gömen sonsuzluk yolcusu… Yarınların peşi sıra bir bitmez sabrın küheylanı. Tıpkı zamanın taptaze saklayışı gibi eyyamı. Geçen zamandan arta kalan buruşmuş düşünceler, yol ortasında öleyazmış hayâller vesaire.

Neymiş de dünlerden arta kalan, nerelere uzanmışız. Dün, hep aynı dün, bütün tükenmişliğiyle. Yarınsa hep başka, her dem taptaze. Düşünmesek de böyle, hayâl etmesek de.

Düşünme geçen zamanı pencerede
Düşmüşüz önüne yılların bir kez
Yaşlanmak değil yaşamak alın yazımız (*)

Yaşamak alın yazımız. Mecburî istikametimiz. Varlığın bilincine vardıkça daha bir arzuladığımız. Ölüm düşüncesi dönüştürür insanı, günbegün. Daha iyiye, güzele, merhametliye. Ve zaman tasavvuru tazeler bilinci, dün-bugün-yarın dengesinde… Ölüm düşüncesinden arta kalan nedir bu güne?  Ak bir sayfası alın yazımızın. Hüzün coğrafyasından akıp gelen nedir önümüze? Muhteşem bir maziyi müjdeli bir atiye bağlayan terennümler…

(*) Yahya Akengin

1 Comments

  1. Musab karaca dedi ki:

    Hay yüreğine sağlık

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir