İDEOLOJİK BİR TSK MÜMKÜN MÜ?
15 Temmuz, birçok konuda olduğu gibi Türkiye’nin NATO ile olan ilişkilerinde de bir dönüm noktası işlevi görmüştür. 15 Temmuzla birlikte ilk kez, Türkiye’nin NATO ile yollarını ayırabileceği söylemi, yorumdan fiiliyata dökülmüş oldu. Bu paradigma değişimini sağlayan mekanizma devletin iç dinamiklerinden doğmadı. Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı süreci ile birlikte etkisi artan ulusalcılık akımı temsilcilerinin aktif çalışmaları belirleyici oldu. Özellikle Doğu Perinçek’in yıllardır devam eden NATO karşıtı söylemi, Erdoğan ve çevresinin kulaklarında o kadar yer etti ki, dış politikada da bu Perinçekçi söylem etkili olmaya başladı.
Tabii ki yaklaşık yetmiş yıllık Türkiye-NATO ilişkilerinin birileri tarafından iki günde bertaraf edileceğini kimse beklememelidir. Fakat bu ilişkinin zamana yayılan dezenformasyon hamleleri ile belli bir kıvama geldiğini ve düzenli bir bozulma sürecine girdiğini de gözden ırak tutmamak gerek. Bu bozulma sürecini hangi aşamalar üzerinden okuyabiliriz?
Bu maddelerin arasına ilaveler yapılabilir ve her birisi hakkında ayrı ayrı değerlendirmeler de yazılabilir muhakkak. Sözü uzatmayıp bir noktaya temas etmeyi şimdilik yeterli sayabiliriz. Ortada şöyle bir gerçek var: Erdoğan iktidarının yıllara yayılan Türkiye Cumhuriyeti Devletini dönüştürme politikasının ana fikri ne demokrasiden ne de evrensel değer ve ilkelerden kaynaklanmıyor. En belirleyici, belki de tek belirleyici etken hiçbir sağlam temeli ve sıhhatli derinliği olmayan ideolojik saplantılar.
Maddeler halinde aşamalarını yazdığımız TSK’nın dönüştürülmesi sürecinde varılan son aşama, diyebiliriz ki TSK’nın genlerinin bozulması sürecindeki en kritik noktadır. Zira ordunun geleneksel yapısı ve manevi dinamikleri, ideolojik kaygılarla dönüştürülme arifesindedir. Terörle mücadelede kullanılan asimetrik güç unsurlarıyla iş yapma becerisini, Suriye’deki savaşın başından itibaren başka bir ülkenin ulusal güvenliğine müdahale edecek şekilde kullanmak, Erdoğan iktidarının hiç vazgeçmediği bir yöntem oldu. Bu yöntem bugün halen Libya’da da sürdürülmektedir. Bu yöntem 15 Temmuzda içerde de kullanılmış ve birçok vatandaşın ölümü ile neticelenen olaylar yaşanmıştır. Bu kapsamda ilk akla gelen, 15 Temmuzda sahada aktif görev icra eden SADAT yapılanmasıdır. Bu yapılanmanın mimarı olan emekli general Adnan Tanrıverdi’nin Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın başdanışmanlığı görevinden ayrılması, kamuoyunun dikkatini dağıtma hamlesi olarak okunmalı, Erdoğan’la yollarının ayrıldığına yorulmamalı, buna başkaca bir anlam da yüklenmemelidir.
Gizli faaliyet yürüten SADAT unsurları ile ortaya çıkan tablo bize İran’da aktif olarak faaliyet gösteren “Besic” güçlerini ve El Kaide-IŞİD yapılanmalarını hatırlatmaktadır. Son zamanlarda ülke genelinde silahlı bekçi teşkilatlanmasının yeniden yapılandırılması da akla ilk etapta Besic unsurlarını getirmektedir. Bunlar ordu teşkilatlanmasından bağımsız ideolojik rejimin korunmasını öncelikli vazife olarak kabul eden resmi görünümlü gayrıresmi yapılardır.
Türkiye’deki derin devlet yapılanmalarının desteği ya da ön ayak olması ile ortaya çıkan parti-cephe teşkilatlanmasına sahip irili ufaklı terör örgütlerinin kısa tarihi de bir saha tecrübesi olarak ortada durmaktadır. “Kendinden zuhur diyalektiği” olarak adlandırılan bir yöntemi esas alan bu yapıların yeşermesi ve büyümesinde istihbarat teşkilatının rolü de her zaman konuşulagelmiştir. Bu yapılar önce marjinal bir hüviyete sahip olsalar da zamanla yaygınlaşarak taraftar bulmuş ve şiddet eylemlerinin motor güçleri haline gelmişlerdir.
Sahadaki bu tecrübeler TSK’nın yapısal dönüşümünü gerçekleştirmek için Erdoğan açısından yeterli olacak mıdır? Bunu zaman gösterecek. Fakat Erdoğan’ın çok fazla zaman kaybetmeye niyeti olmadığı da aşikâr.
Hulusi Akar Etkisi
TSK’nın komuta kademesinde, yukarıda sıraladığımız aşamalardan geçirilmiş yapısal bir dönüşüm, NATO’dan uzaklaşma ve bir oldu-bitti şeklindeki kopma politikasının nihai aşaması olacaktır. Diyebiliriz ki 2020 yılı, NATO’suz Türkiye hayallerinin ve ideolojik ordu projesinin ete kemiğe büründürülmek isteneceği tarih olacaktır. Böyle bir dönüşümün ise anakronik bir biçimde Hulusi Akar eliyle gerçekleşecek olması da oldukça dikkate değer. Zira Akar, birçok NATO görevinde bulunmuş bir komutan olması hasebiyle, bu ilişkinin devamını sağlayacak bir aktör olarak görülüyordu. Fakat Akar’ın 15 Temmuz sürecindeki rolünü ve MSB Bakanı yapılarak politik ve ideolojik bir angajman içerisine girmesini bir arada değerlendirdiğimizde üstlenmiş olduğu yeni rol daha iyi anlaşılıyor. Bu açıdan bakıldığında AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından Akar’a MSB Bakanlığı görevinin verilmesi tam vitrinlik bir görevlendirme olmuştur. Akar’ın 15 Temmuzdaki acziyetine rağmen Genelkurmay Başkanlığı görevinden alınmaması, aksine MSB Bakanı yapılması, açık bir NATO’yu oyalama manevrasıdır. Süreci, Erdoğan’la birlikte olgunlaştırdılar. Bu durumun farkında olan birileri her zaman vardı, fakat bu farkındalık kısa vadede bir sonuç doğurmadı. Son zamanlarda Akar hakkında sert yazılar kaleme alan Müyesser Yıldız’ın tutuklanmasını belki biraz da bu farkındalık noktasından bakarak değerlendirmek gerek.
Tüm bu hususları bir arada değerlendirdiğimizde başlıktaki sorunun cevabına yaklaşabiliriz: Evet, ideolojik bir TSK mümkün. Fakat bu yeni TSK (!) sadece NATO’da değil hiçbir uluslararası oluşum içinde yer bulamaz. Temelleri AKP ve Erdoğan’ın sığ İslamcı ideolojisi ile atılacak yeni bir ordu tahayyülü Türkiye’yi uçurumun kenarına taşır.
1 Comment
Merhaba, yazilarinizi ilgiyle takip ediyorum. tesekkurler