AT BU KİTAPLARI

 

(Kara Harp Okulu 1995 “Atatürk” konulu yazı yarışması birincilik ödülü)

Sene, miladi bin sekiz yüz seksen küsur. Ahmet Subaşı mahallesindeki pembe çehreli evin birinci kat penceresinde kitap okuyan çocuğu görenler önce sokakta oyun oynayan akranlarına, sonra tekrar camın kenarına ilişmiş, dışarıyla alakasız iğreti bir duruş sergileyen sarışına bakar, dudaklarından dökülen “fesübhanallah” nidalarıyla kafalarını sağa sola sallarlardı.

“Adam olmak için okumak öğrenmek şarttır. Başka çaresi yoktur.” Şemsi Efendi okulunda okuma-yazma öğrenmeyle başlayan tutkunun ilk kıvılcımıdır bu, baba nasihati sözler. Nitekim matematik ve fen derslerinin perçinleyeceği coşku bütün bir okul yaşamında da sürüp gidecektir.

Manastır Askeri İdadisinde genişleyen çevre ve Bursa’dan gelen Ömer Naci ile tanışma… Naci ki heyecanlı ve renkli söylevleriyle arkadaşlarını büyüleyen edebiyat ve şiir tutkunu bir körpe.

“Ömer Naci, Bursa Lisesi’nden bizim sınıfa gelmişti. Daha o zaman şairdi. Benden okuyacak kitap istedi. Bütün kitaplarımı gösterdim. Hiç birini beğenmedi. Bir arkadaşın kitaplarımdan hiç birini beğenmemesi gücüme gitti. Şiir ve edebiyat diye bir şey olduğunu o zaman öğrenmiş oldum.”

Naci’nin kendisine verdiği kitapları karıştırır; bazılarının içlerinde el yazısı ile yazılmış, Namık Kemal imzalı mısralar, beyitler görür:

“Mahv eder kendini bülbül bile hürriyet içün;

Çekilir mi bu belâ âlem-i pür mihnet içün?

Dîn içün, devlet içün, can çekişen millet içün,

Azme hâil mi olurmuş  bu çürük ten kafesi?”

“Ne mümkün zulm ile bid’at ile imhây-ı hürriyet

Çalış idraki kaldır muktedirsen âdemiyetten.”

Ruhunu birden sarıveren gür edalı bu şiirlerle, o ana kadar okuyup dinlediği cılız ve yavan seslerin etkisinden sıyırır kendini:

“Vatanın bağrına düşman dayadı hançerini

Yoğ imiş kurtaracak bahtı kara mâderini”

“Felek her türlü esbâb-ı cefasın toplasın gelsin.

Dönersem kahbeyim millet yolunda bir azîmetten.”

Şiir dendiğinde, gül, bülbül ve sevgiliden başka bir şey düşünülmezken vatan duygusunun derin soluklar alıp verdiği bu şiirleri okuyunca adeta sarsılarak hükmünü verecektir: Şiir ve edebiyat artık fen dersleriyle baş başa gidecektir. 

“Edebiyatın gayesi; bence, çocuklara dünyayı insanlığı göstermek, onlardaki inceleme ve kaynaştırma yeteneklerini geliştirmek, onların kendi başlarına çalışmalarını sağlamak, bütün bu yeteneklerini kendi toplumlarını geliştirme yolunda kullanmayı öğretmek olmalıdır.”

Edebiyat kitapları artık ders kitapları kadar okuduğu ve sevdiği kitaplar olmuştur. Fakat bu tür kitapları okuduğunu gören Askeri Kitabet dersi öğretmeninin sözleri yüzüne çarpınca içini titretecektir: “Bunlar senin asker olmana engel olur. At bu kitapları, kendini askerliğe ver!”

Ve yıllar sonra bu iç karartan, gönül kıran sözlere verilebilecek en aydınlık karşılık –Kitabet öğretmeni alay emini Mehmet Asım Efendiyi bilemeyeceğim ama- duyarlılık taşıyan bütün beyinlerde yankı bulacaktır:

“Beşeriyette en olumlu bilim, en ince teknik temellere dayanan hayatla, kanla karşılaşmak kendileri için mukadder olan askerlik gibi yüksek bir ideal meslek bile, kendi içinde bulunduğu topluma anlatabilmek, bu büyük insanlık ve kahramanlık yolculuğunu hazırlayabilmek için uyandırıcı, amaçlandırıcı, yürütücü ve sonunda fedakâr ve kahraman yapıcı vasıtayı edebiyatta bulur. Böylelikle edebiyatın her insan toplumu ve bu toplumun hal ve geleceğini koruyan ve koruyacak olan, her teşekkül için en esaslı eğitim vasıtalarından biri olduğu kolaylıkla anlaşılır.”

Sarı saçlı, parlak mavi gözlü, sarı bıyıklı, pembe yanaklı; giydiği Harbiye üniformasını üzerine pek yakıştıran on yedi yaşındaki bu vakur delikanlının kulaklarında hâlâ Namık Kemal’in gür sesi çınlamaktadır:

“Dönersem kahpeyim millet yolunda bir azimetten.”

Edebiyatı bir fikrin, bir davanın duyurma, uyarma ve yayma aracı olarak algılıyor ve bu şekliyle benimsiyordu. Gerçeklerin peşine düştüğü Harbiye yıllarında “Hakikat Nerede?” şiiriyle hayatı irdelemeye başlamıştı bile:

“Türk sadece bir milletin adı değil,

Türk bütün adamların birliğidir.

Ey birbirine diş bileyen yığınlar,

Ey yığın yığın insan gafletleri

Yırtılsın gözlerdeki gafletten perde,

Hakikat nerede?”

Edebiyata (özellikle de şiire) olan alaka gelecekteki komutanlık, liderlik ve devlet adamlığı özelliklerini yücelteceği gibi bütün yazılarının, söylevlerinin ruhuna da egemen olacaktır. Okul yıllarının ardından cephelerde başlayan serüven yepyeni bir akış kazandıracaktır hayatına.

Yiğitliği, kahramanlığı, duygusallığı benliğinde birleştiren Mehmetçiğin karşısında bulunacak komutan, ona seslenirken, ona emir verirken canevine dokunmayı bilmelidir. Sözün sırrını, kuvvetini, coşturucu edasını, çarpıcı tonunu yakalamak ve büyüleyici kelimeleri kullanabilmek maharet değil zorunluluktur onun için. Birliğinin beyni ve itici gücü olabilmek, dilinin kıvamını tam kararında ayarlayabilen bir komutana nasip olur ancak.

Fiziksel yorgunluktan sonra fikrin zorlanacağı düşüncenin atılımlar yapacağı devirler gelmiştir. Beyin çatlatan çalışmalar, toplumsal kalkınmayı temellendirme gayretleri, yorgunluklar, yorgunluklar… Bu arada sosyal hayatın değişik ünitelerinde yeniden yapılanmaların ortaya konması da şarttır. Yemekler, sohbetler, özel programlar çok zaman bir edebiyat şölenine dönüşür. Edebiyatın tanımı yapılır, amacının ne olduğu tartışılır ve ilk ağızdan şiirler okunur.

Sohbetlerinde olsun, direktiflerinde olsun edebiyatın, toplumun yücelmesi yönünde kullanılmasını ister. Cumhuriyetin yeni nesilleri edebiyat yoluyla milletin yüceliğini, sağlam karakterini öğrenecek, ilke ve inkılaplara bu yoldan bağlanarak onu koruyacak ve bu şekilde iyi birer hatip olarak da yığınları, arzulanan hedefe kanalize edeceklerdir.

“Edebiyat; söz ve anlamı, yani insan dimağında yer eden, türlü bilgileri insan karakterinin en büyük duygularını, bunları dinleyenleri veya okuyanları, çok ilgili kılacak görünüşte söylemek ve yazmak sanatıdır.”

Edebiyatın sadece sübjektif duyguları yansıtan bir aristokrasi rehavetine yastıklık etmesine daima karşıdır. Sohbetlerinde hep yanında bulunmasını arzuladığı Yahya Kemal’i, sosyal adaletsizliklere isyan eden Tevfik Fikret’i bunun için sever. Namık Kemal’e olan hayranlığının sebebi “hürriyet” derken sesinden fışkıran gür edadır. O sesin kaynağının edebiyatın derinliklerinde mayalandığını çok iyi bilmektedir.

Büyük insanlık yolunda uyarıcı, hedeflendirici ve yürütücü olmakla birlikte, edebiyat “toplumun, ulusun bu gününü ve geleceğini koruyan, saklayandır.”

Bir kurtuluşun mücadelesini anlatan eserini, tarihe tanıklık etmesi ve yakın harp tarihimizin bir kesitini analiz etmesi yönüyle ele alıp okuduğumuzda, roman değil fakat roman gibi, destan değil fakat destan tadında bir edebiyat şaheserini okuyor olma heyecanına kapılırız.

“Ben çocukken fakirdim. İki kuruş elime geçince bunun bir kuruşunu kitaba verirdim. Eğer böyle olmasaydı bu yaptıklarımın hiçbirini yapamazdım.”

Saatlerce süren hazırlıksız konuşmalar, mantık yapısı kuvvetli cümleler, ahenkli ve etkileyici ses tonu başka nasıl kazanılabilirdi ki? Türkçenin, dünya dillerinin en zenginlerinden birisi olduğuna, bilinçli bir şekilde işlenmesi gerektiğine inanan bir önder edebiyata kayıtsız kalabilir miydi?

KAYNAKÇA:

Atatürk ve Edebiyat; Sadi Borak

Atatürk ve Kitap; Yılmaz Vurkaç

Söyleşi ve Seçme Şiirler Antolojisi; Necdet Evliyagil

Türk Edebiyatı Tarihi; Seyit Kemal Karaalioğlu

Atatürk Bilimleri; Mehmet Önder

Atatürk Devri Fikir Hayatı; Mehmet Kaplan, İnci Enginün vd.

Hukuk Gündemi Dergisi; 2013 Atatürk Özel Sayısı

 

*** Kara Harp Okulu 1995 “Atatürk” konulu yazı yarışması birincilik ödülü.

1 Comment

  1. Anna dedi ki:

    Atatürk e koşan çocuk hiç yabancı değil başarılar.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir