(Grafik: Giray Turna)

ÜMİTLE KARAMSARLIK ARASINDA ÜTOPYA

 

Hangimiz şöyle karlı dağ yamacındaki bir kulübecikte kendi başına buyruk yaşamayı, aklından geçirmemiştir ki? Ya da bir küçük ırmak kıyısında, akan su sesinin tatlı telaşlı ahengine ruhunu emanet etmeyi. Doğanın derin dekoruna sırtını dayayıp, insan kaynaklı yapay gürültülerden uzaklaşmayı. Bile bile işkencelerin yaşanmadığı bir zaman dilimini içine sindirerek yaşamayı hangimiz aklından geçirmemiştir ki? Michel Serres ne güzel söyler: “Kulak için sessizlik onun günlük besinidir.”

Evet hepimiz, yüreklerimizin ücra bir köşeciğinde, hantal ve kaba ayrıntılardan sıyrılmış, böyle “yaşanılası” ütopik mekânlar arzusunu barındırırız. “Her ilerleyişin ruhu ütopya. Geçmişin ütopyaları olmasa, insanlar çıplak ve sefil, mağaralarda yaşardı hala… İnsanca rüyalardan nur topu gerçekler doğar.” Anatole France ne kadar da haklı, değil mi? Ben geçmişin değil de bugünün ütopyalarında biraz mazi kokulu, çokça da hayal renginde çizgiler gördükçe ümitle karamsarlık arasında bir tercih yapmakta doğrusu zorlanıyorum.

Her ilerleyişin ruhu ütopyada saklı. Doğru. Peki ya hayatın olmazsa olmaz düsturları ütopya gibi görülmeye başlanırsa, buna nasıl sosyolojik veya başka bir “…lojik” açıklama getirilebilir, merak ediyorum. Nedir bizi başta bahsettiğimiz mütevazı hayalleri yüceltmeye iten sebepler, hiç düşündünüz mü? Hayatımızı sürdürdüğümüz ve güzel zamanlar avcılığına çıktığımız mekânlarla yetinme düşüncesinde olanlarımız da yok mudur acaba?

Toplumsal barış, adalet, huzur, refah, karşılıklı sevgi ve saygı, toplumsal ahlak, temiz toplum ve bu cümleden sayılabilecek bütün insanlığı kucaklayan bir yığın ütopik temenni… Evet, ütopik diyorum, çünkü öyle görülüyor ki bunları ağzımıza sakız yaptığımız kadar fikrimize meze yapıp, düşüncemizi bunlarla yoğurup hayatımızı da bunlarla anlamlandırmazsak ütopya, asıl içeriğini kaybedecek. Ve günübirlik hayatımızı düzene sokan, bize insanlığımıza dair hasletleri hatırlatan anlam dünyasından uzaklaşacak.

Kelimelerin başına getirdiğimiz “toplumsallık” kangrenini bir yana bırakıp düşünelim: Kendi kendimizle barışık mıyız? Her zaman ve her yerde adil olabiliyor muyuz? Bırakın toplumu, ihtiyaç duyduğumuz huzuru kendi içimize yerleştirebildik mi? Bireysel ahlâkla yıkanıp temiz bir birey olabildik mi? Sevgi ve saygının bayrağını kendi coğrafyamızın en geniş sınırlarına taşıyabildik mi? Yani insanı insan yapan, toplumu medenileştiren unsurları kendi bünyemizde görebiliyor muyuz?

Düzeltmeye ve değiştirmeye önce kendimizden başlamalıyız. Herkes kendi kafasını temizlerse toplumsal bilincimiz tertemiz olur. Temiz toplum da ancak ve ancak temiz ve saf bir bilinçle gün yüzüne çıkabilir. Bunların gerçekleşmesi için ne Godot yardım elini uzatır ne Hızır imdadımıza yetişir ne de rüyalarımızı süsleyen mucizeler dünyaya bir çeki düzen verir.

Bilgi, ancak bilinçle anlam kazanır. Düşünce ufkumuzu kuşatan hayata dair birikimlerimizi, insanlığa değer katacak bir bilinçle kuşanmanın pratik yollarını aramalıyız. Aksi takdirde geçip giden ömrümüzün, bugüne ve geleceğe ekstradan değer katma imkânını, sırtlandığımız mazi çuvalının yırtıklarından yürüdüğümüz yollara saçar dururuz.

İdealler, ütopya değildir. Geçmişin sayfalarında kayıtlı imrenilesi hayatlar, ideallerin ütopik olmadığının tertemiz kanıtlarıdır. Dün “ütopya” deyip başımızı çevirdiğimiz şeyler, bugün hayallerimizin çok çok ötesinde bulunuyorsa, ideal hayatı ve ilişkileri ütopyaymış gibi görmeye başlamışsak bunun biraz da (belki de büsbütün) kendimizle alakalı bir düşünce ve iç derinlik erozyonu olduğunu bilmeliyiz.

Hani şu yılbaşı kutlamalarımızın satır aralarında iyice yer etmiş bir ifade vardır. Yeni yılın barış, huzur, mutluluk vs. getirmesini dileriz. Hangimizin bu temennisi gerçekleşmiştir bugüne kadar? Ne zaman ki ifademizi değiştirip, “Geçen yıl olduğu gibi..” nitelemesini de ilave edebilme cüretini gösteririz, işte o zaman insanca rüyalardan nur topu gerçekler doğacak.

Her ne kadar ümitle karamsarlık arasında bulunuyorsak da ümide daha yakın olmaya gayret edelim. Yoksa bu temenni de bir “ütopya” olup çıkıverecek!

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir