DREYFUS DAVASI
Dreyfus olayı ve davası, adalet mekanizmasının art niyetli yöneticilerin elinde bir silah olarak nasıl kullanıldığının net fotoğrafıdır. İdeolojinin hukuk yerine ikame edildiği, siyasal gücün adaleti alt ettiği günümüz Türkiye’sinde Dreyfus olayı ve davasını bir kere daha hatırlamakta yarar var. Zira bu davanın hatırlanması, ülkemizde yürütülen yargılamaların ardında yatan mantığın anlaşılmasına ve zihinlerimizdeki bulanıklığın giderilmesine ciddi katkı sağlayacaktır.
***
1870 yılında Avrupa’da patlak veren savaşta, Almanlar Fransızları yenmiş ve Alsace-Lorraine bölgelerini işgal etmiştir. Bu durum Avrupa’daki güçler dengesini değiştirmiş ve iki ülke arasındaki ilişkiler uzunca bir süre bu savaşın yol açtığı güvensizlik ortamının gölgesinde devam etmiştir. İşte Dreyfus olayı da bu savaştan tam 24 yıl sonra meydana gelmiştir.
Fransız 14. Topçu Birliği’nde görevli Yüzbaşı Alfred Dreyfus, 1894 yılında ülke savunmasına dair bazı gizli bilgileri yabancı bir ülkeye vermekle suçlanır ve hakkında dava açılır.
Yargılamayı yapan askeri mahkeme, kapalı toplantının ardından halka açık bir duruşmada, tutukluluğu üç ay süren Dreyfus’un suçlu olduğunu ve oy birliği ile ömür boyu hapisle cezalandırıldığını açıklar. Bu karara göre; Dreyfus ordudan azledilecek ve rütbeleri Paris garnizonunda yapılacak ilk askerî geçit töreninden hemen önce sökülecektir.
Mahkemenin kararı uygulanır ve Paris’teki ilk askerî geçit töreninde Dreyfus’un rütbeleri halkın gözleri önünde, “Hain Yahudi, ölüm, ölüm…” bağırışları eşliğinde sökülür. Bu esnada Dreyfus hala Fransa’ya bağlılığını ve masum olduğunu haykırmaktadır. Rütbeleri sökülmüş vaziyette halkın önünden yürütülür. Bu lanetleme töreninden sonra, elleri arkadan kelepçelenerek at arabası korteji ile hapishaneye götürülür. Bu esnada, tören alanındaki bando “Sambre et Meuse”* marşını çalmaktadır.
Tecrit
1893’den 1895’e kadar Savaş Bakanı olarak görev yapan General Auguste Mercier, o tarihte vatana ihanet suçu için ölüm cezasının yeniden getirilmesini ister. Sırf Dreyfus için istemektedir bunu. General Mercier, Dreyfus’un kimseyle konuşamayacağı ve irtibat kuramayacağı bir yerde hapsedilmesini ister. Yani, tecrit. Dreyfus’un, sahilden 15 km. açıktaki “Şeytan Adası”na gönderilmesine karar verilir.
Dreyfus’u Şeytan Adası’nda ziyaret etmek isteyen eşi, birçok problemle karşılaşır. Güçlükle ulaşabildiği hapishanenin ziyaretçi odasında da kendisine zorluklar çıkarılır. Dreyfus iki nöbetçinin arasında ve ziyaret odasının bir ucunda ayakta bekletilir. Eşi Lucie, odanın diğer ucunda, üçüncü bir nöbetçi de onun yanında ve hapishane müdürü de ortalarında bulunacak şekilde görüştürülürler. Davayla ilgili konuşmak yasaktır. Bedensel temas yasaktır.
Dreyfus’a hücresinde okuyabileceği hiçbir şey verilmez. O da yorulana kadar hücresinde yürüyüş yapar. Dreyfus tarafından yazılan ya da kendisine gönderilen bütün mektupların birer kopyası alınır, incelenir ve dosyalanır. Mektuplarında perişan halini anlatır, fakat mektupları ailesine ulaştırılmaz. Kaçmasına mâni olmak için tedbir almalarını anlayabilen ve buna bir nebze hak da veren Dreyfus, ailesiyle iletişimini kesmelerini ve mektuplaşmasını engellemelerini kabullenememektedir. Kendisinin canlı canlı mezara gömüldüğünü düşünür.
Dreyfus, kendi döneminde okulu dokuzuncu olarak bitirmiştir. Savaş Bakanlığı’nda çalışabilme hakkı vardır. Genelkurmay’da çalışan tek Yahudi’dir. 1894’e kadar verilen raporlarda da çalışkan ve zeki olarak tanımlanmıştır.
Dreyfus olayının soruşturma ve mahkeme süreci, hukuk mantığını altüst eden ibretlik uygulamalarla doludur. Dreyfus bunların bir kısmını bizzat yaşayarak görecek, bir kısmını da sonradan öğrenecektir…
Gizli Tanık – Sahte İfade
Dreyfus, üç aylık tutukluluk sürecinden itibaren, hakkındaki bütün suçlamaları reddeder ve masum olduğunu anlatabilmek için çabalayıp durur. Rütbelerinin söküldüğü tören gününde, bir yüzbaşıya her şeyi itiraf ettiği iddiası ortaya atılır. Güya, “Almanlara gizli bilgileri verdiğini, ama bunların pek önemli olmadığını, Bakan’ın bunlardan haberi olduğunu, birkaç yıl içinde bütün hikâyenin ortaya çıkacağını vs.” anlatmıştır. Bu itiraf iddiaları dönemin gazetelerinde de çarşaf çarşaf yer bulur. Oysa o güne kadar tüm iddiaları inkâr eden Dreyfus’un o gün hiç tanımadığı bir kişiye itirafta bulunması hiç de inandırıcı değildir.
Dreyfus, Alsace’lıdır. Mulhouse’dandır. 1870 savaşından sonra Mulhouse’lular Fransızlara değil Almanlara sadık kalmıştır. Bu durum da Dreyfus’un Almanya lehine casusluk yaptığının kanıtı olarak kullanılır. Her ne kadar Dreyfus’un yargılaması “ulusal güvenlik” gerekçesiyle halka açık yapılmamışsa da aleyhine birçok kanıtın var olduğuna dair haberler medyaya sızdırılır.
Çöpten Çıkan Belgeler
Binbaşı Georges Picquart, askeri okulda öğretmenlik yaptığı dönemden öğrencisi olan Dreyfus’u tanımaktadır. Cezalandırılması sürecinde aleyhinde davranmıştır. Fakat en azından oyunbozan rolünde olmamıştır. Olayla ilgili soru işaretleri zihninde sonradan belirecektir.
Aynı şubede birlikte çalıştıkları Yüzbaşı Henry, Picquart’ın Dreyfus dosyasıyla ısrarla ilgilenmesinden rahatsızlık duyar ve nedenini sorgular. Picquart da bunun Genelkurmay Başkanı General Boisdeffre’in talimatı olduğunu söyleyince Henry, Picquart’a bazı şeyler anlatır: Alman Büyükelçiliğinde bir ajanlarının bulunduğunu, çöpe atılmış belgeleri düzenli olarak kendilerine getirdiğini, genellikle yırtılmış olan bu belgeleri bir araya getirdiklerini, bu işi Yüzbaşı Tauth’un yaptığını anlatır. Dreyfus ismine de bu şekilde ulaşılmıştır: Yırtılmış bir mektubun parçaları bir araya getirilerek.
İstatistik Şubesinde Daire Başkanı olan Albay Jean Sandherr’in yerine Albay rütbesine terfi ettirilmiş olarak Georges Picquart getirilir. Picquart 1897 yılına kadar bu görevde kalır.
Gizli Kanıtlar, Gizli Dosya
Dreyfus, ne kendisinin ne de avukatının hiç görmediği gizli kanıtlara dayanılarak mahkûm edilmiştir. Genelkurmay Başkanı General Boisdeffre bu durumun ortaya çıkması halinde siyasi sorun yaşanabileceğini düşündüğünden yeni kanıtlar bulunmasını istemektedir. Bunun için de daire başkanlığı görevine yeni başlamış olan Picquart’ı görevlendirir. Picquart bu görevi alır almaz selefi Sandherr ile görüşmeye gider. Sandherr ona, Dreyfus dosyasının yeterince dolu olduğunu ve yedi yargıcın oy birliği ile Dreyfus’un suçlu olduğuna karar verdiklerini söyler.
Picquart, Dreyfus’un ailesinin hala takip altında olduğunu öğrenir. Ailesi, çocukları ve mektupları takiptedir. Çünkü Albay Sandherr, Dreyfus’un bir casusluk örgütünün parçası olduğunu, ailesini takip ederek başka casuslara da ulaşılabileceğini düşünmektedir.
Bir müddet sonra Picquart, Dreyfus meselesinde nasıl bir politika güdüldüğünü anlamaya başlar: Yaşatılan ağır koşullar altında Dreyfus’un ölmesi beklenmektedir.
5 Ocak 1896’da Dreyfus’un rütbelerinin sökülmesinin üzerinden tam bir yıl geçmiştir. Picquart’ın İstatistik Şubesinin başına geçişinin de sekizinci ayıdır.
Picquart, 74.Piyade Alayında görevli Binbaşı Esterhazy’den şüphe duyar ve hakkında araştırma yapar. Esterhazy’nin babası emekli bir generaldir. Bundan dolayı kendisine “Kont Esterhazy” denmektedir. Yaşı ellilerdedir. Kumar, at yarışı ve borsa düşkünü birisidir. Paris’te bir dairesi vardır. Görevlerini savsaklayan bir subaydır. Kendisini ilgilendirmeyen konularda sorular soran birisidir. Vahşi ve kurnazdır. Ama istediğinde sevimli bir surete bürünebilmektedir. 15 yıl önce İstatistik Şubede Almanca çevirmeni olarak çalışmıştır.
Kriminal İnceleme ve Rapor
Esterhazy’nin Genelkurmay’da çalışma talebini içeren mektubunu gören Picquart’ın Esterhazy hakkındaki şüpheleri de artar. Bir taraftan bu isteğine kuşkuyla yaklaşırken bir taraftan da mektuptaki el yazısı dikkatini çeker. Düzgün, düzenli ve satır araları açıktır. Dreyfus’un vatan haini olarak suçlanmasına sebep olan “bordreau” olarak adlandırılan belgedeki yazıyla bu yazının aynı olduğuna kanaat getirir. Oysa el yazısı uzmanı, bordreau’daki yazının Dreyfus’a ait olduğuna dair yeminli bir rapor yazmıştır.
Bordreau’da dört ayrı şubenin güncel bilgileri vardır. Hain olan kişinin bu dört şubedeki bilgilere de nüfuz edebilmesi gereklidir. Genelkurmay’da, bu dört şubede de bulunmuş bir grup subay vardır. Bunlar “École Superieure de Guerre”deki stajyerlerdir. Bu tanıma uyan sekiz stajyer vardır. İçlerinden sadece birisi Yahudi’dir: Alman aksanıyla Fransızca konuşan “Dreyfus”.
Bordreau’daki el yazısını ilk inceleyen kişi olan Banque de France’daki uzman, yazının Dreyfus’a ait olmadığını söylemiştir. Sonra Emniyet Müdürlüğü’nde “Tanımlama Biriminin” başındaki Alphonse Bertillon ile görüşülür. Ondan alınan raporda yazının Dreyfus’a ait olduğu yazılıdır. Bu işlemleri, soruşturmayı yürüten Albay Armond du Paty de Clam yapmıştır.
Onurlu Bir Ölüm Önerisi
Albay Clam, iki aşamalı bir plan yapar. Önce Dreyfus’a onurlu bir çözüm önerilecektir. İçinde tek bir kurşun olan hizmet tabancası gösterilecek, şayet bunu kabul etmezse o zaman da Binbaşı Henry onu alıp Cherche-Midi Hapishanesine götürecektir.
Dreyfus’un el yazısı örneği tekrar alınır. Bordreau’daki yazı ile kıyaslanır. Albay Clam, bu sefer de Dreyfus’u yazısını değiştirmekle suçlar. Vatana ihanet suçlamasıyla tutuklandığı, Dreyfus’un yüzüne karşı söylenir. Dreyfus bu suçlamaları reddeder. Böyle olunca da Albay ona tabancayı gösterir ve planladığı gibi şeferli bir çözüm önerir. Dreyfus, çaresizce masum olduğunu yineler ve suçlamaları bir kere daha reddeder. Bu sefer planın ikinci aşamasına geçilir ve Binbaşı Henry onu alıp hapishaneye götürür.
Picquart, el yazısı uzmanı Alphonse Bertillon’a ulaşır. Elinde bulunan Esterhazy’ye ait el yazısıyla bordreau’daki yazıyı kıyaslamasını ister. Bertillon, yazıların tıpatıp aynı olduğunu ve yeminli bir ifadeye de imza atabileceğini söyler. Bu gelişme üzerine Albay Clam, Dreyfus’un suçlu olduğuna dair Picquart’ı ikna edebilmek için, Dreyfus’la ilgili tek kanıtın Bordreau olmadığını, onu mahkûm eden şeyin aslında aldıkları istihbarat olduğunu ve ellerinde de gizli bir dosya bulunduğunu söyler.
1894 yılı Aralık ortalarında General Mercier, Picquart’ı yanına çağırtarak onu kendi adına Dreyfus’un duruşmalarını izlemekle görevlendirir. Dreyfus’un değil de diğer kişilerin mahkemedeki tutumlarını gözlemlemesini ister.
19 Aralık 1894’de Dreyfus’un mahkemesi başlar: Dreyfus’un avukatı Edgar Demange, mahkeme başkanı Albay Emilien Maurel, başka bir albay daha, üç binbaşı, iki yüzbaşı, toplam yedi askeri yargıç ve duruşma savcısı Brisset. Savcı duruşmanın kapalı yapılmasını talep eder. Gerekçe: Olayın hassas yapısı. Talep kabul edilir.
Picquart, her duruşmanın ardından önce Savaş Bakanı General Mercier’ye, sonra Genelkurmay Başkanı Boisdeffre’e, sonra da Cumhurbaşkanı Jean Cossinir-Perier’ye rapor verir.
İftira ve Kumpas Ekibi
Picquart’a göre Dreyfus’a açılan davayı yapılandıran altı önemli kişi vardır: General Charles-Arthur Gonse (İkinci Şube/İstihbarat Başkanı), Fabre, d’Aboville, Henry, Gribelin, Armond du Paty de Clam. Bu kişiler Dreyfus’la ilgili olarak; bordreau aracılığıyla, verilen gizli belgelere nasıl kolayca ulaştığını, dördüncü şubede çalışırken sergilediği kuşkulu davranışlarını, bordreau’nun gerçek bir belge olduğunu, polis raporlarına dayanarak Dreyfus’un zampara ve kumarbaz olduğunu, bakımlı görünümüne rağmen hayvani dürtülere sahip olduğunu ve aşağı tabakadan bir insan olduğunu, sonradan alınan el yazısı örneğinde bilinçli olarak yazısını değiştirdiğini söylerler.
Duruşma esnasında Henry’nin tanıklığının dürüst olmadığına dair bir bilgi mahkemeye sunulunca, Henry’den daha doyurucu bilgiler vermesi istenir. Henry de aynı yılın mart ayında, çok saygıdeğer bir kişinin “Genelkurmay’daki gizli bilgileri düşmana veren bir hain bulunduğunu ve bu kişinin Dreyfus olduğunu” söylediğini belirtir. Haziran ayında da bu uyarısını şahsen kendisine yinelediğini ilave eder. Bütün ısrarlara rağmen mahkeme, bu muhbirin ismini öğrenmek istemez. Sadece bahsedilen kişinin Dreyfus olduğuna dair Henry’ye yemin ettirilir.
Mahkeme sona erdiğinde mahkûmiyet kararı çıkar. Dışardaki kalabalık yine, “Yahudiler kahrolsun, Yahudi vatan hainine ölüm” sloganları atmaktadır.
Picquart, Mercier’ye, Dreyfus’un hain olduğuna dair mahkemeye bazı bilgiler sunulduğunu ama bunun kesin bir biçimde kanıtlamadığını rapor eder.
Dreyfus Haindir, Dosya Kapansın
Picquart konuyu araştırmaya devam eder. Bu işte asıl suçlunun Dreyfus olmadığını düşünmektedir. Araştırmaları esnasında Esterhazy üzerindeki kuşkuları iyice artar. İstihbarat Başkanı General Gonse, Picquart’ı ikaz eder. Dreyfus meselesinin artık kapandığını, onun bir hain olduğunu ve artık bu işi kurcalamamasını ister. Picquart ise gerçeğin o şekilde olmadığından, Esterhazy’nin hain olduğunu ortaya çıkarabileceğinden bahsedince, General Gonse bunu ortaya çıkarmayacaklarını, mahkemenin hükmünü verdiğini ve bu işin artık kapandığını söyler. Picquart, General Gonse’a eğer günün birinde Dreyfus’un mahkûmiyetinin haksız olduğu ve kendilerinin de bu konuda hiçbir şey yapmadığı ortaya çıkarsa ordunun güvenilirliğinin zedeleneceğini söyler. Gonse’un verdiği cevap Picquart’ı hayretler içinde bırakır: “O zaman ortaya çıkmamalı, değil mi?”
Gonse, Picquart’ı bu konuyu araştırmaktan vazgeçirmeye çalışır. Zira yargılamanın yanlış yapıldığının ortaya çıkması durumunda, sadece yargıçların değil onları yanıltan kendisi de dâhil üst kademelerdeki askeri yetkililerin de sorumlu tutulmasından endişe etmektedir. Asıl bu durumun, yani ortaya çıkacak yeni sonuçların ordunun itibarına zarar vereceğini söyler. Bir müddet karşılıklı olarak kendi görüşlerini savunarak tartışırlar. Ve Gonse son olarak, kesin bir şekilde Picquart’a, artık Dreyfus olayıyla ilgili hiçbir araştırma yapmamasını, hiç kimseye bir şey açıklamamasını emreder.
Zamanla basının konuya ilgisi azalsa da Picquart, Esterhazy hakkındaki araştırmalarına devam eder. Fakat Boisdeffre ve Gonse artık Picquart’a güvenmemektedir.
Picquart, Dreyfus’a ait el konulmuş mektupları ve dosyasına da girmiş bütün el yazılarını incelemeye devam eder. Bu yazılarda Dreyfus yaşadığı işkenceleri de anlatmaktadır. Demirlere bağlanmak ve çektiği acılar onu canından bezdirmiştir. Mesela 9 Eylül 1896 tarihli mektupta şöyle yazar: “Zaten gece gündüz vahşi bir hayvan gibi, tüfekli ve tabancalı bir nöbetçi tarafından gözlenirken bir de demirlere vurulmak! Yo, gerçeği söylemeliyim. Bu bir güvenlik önlemi değil. Bu nefretin ve işkencenin bir ölçütü, emir Paris’ten geliyor, aileye darbe indiremeyenlerin masum bir adama indirdikleri darbe. Çünkü ne o ne de ailesi bugüne dek yapılmış en korkunç adli hatayı boyun eğerek kabul edecekler.”
Dönemin Havuz Medyası
Halkın görüşünün değişmemesi için bir taraftan da basına yalan yanlış bilgiler sızdırılır. Kasım ayında, Le Matin (Sabah) gazetesinin manşetinde suçlamaların ana dayanağı olan bordreau’nun bir kopyası yayınlanır. Oysa bu belge “devlet sırrı” olarak saklanmaktaydı. Bu yayının nedeni birkaç gün önce yayınlanan bir kitaptı. “Bir Adli Hata: Dreyfus Vakası Hakkındaki Gerçek” isimli kitap, yazar Bernard Lazone imzasıyla yayınlanmıştı. Karşı hamle olarak da gazetede bordreau’nun görüntüsü yayınlanır.
Picquart’ın ortaya koymak istediği gerçek şuydu: Dreyfus değil, Esterhazy bir Alman ajanıdır. Dreyfus’un üzerine yıkılan somut olguların asıl sahibi Esterhazy’dir. Dreyfus’un davası, onun peşinen suçlu olduğu düşünülerek, benzeri görülmemiş bir yüzeysellikle ele alınmıştır. Hukuken geçerli kurallara uyulmamıştır.
Sürgün Picquart
Bu işin peşini bırakmadığından ötürü Picquart’ın görev yeri değiştirilir. Afrika’nın Kuzeyinde Tunus’un bir bölgesine sürgün olarak tayin edilir. Ve artık Picquart’ın da tıpkı Dreyfus gibi mektupları alıkonuluyor ve inceleniyordur. Henry, Picquart’a sürgün tayinin gerekçesini izah eder: İstihbarat Şube içinde yapılan bir soruşturma sonucunda, birimle ilgisi olmayan yasadışı bir operasyon yürüttüğü, bilinen bir kişinin gönderdiği gizli bir belgenin postanede ele geçirildiğine dair birimdeki subaylara yalancı tanıklık yaptırdığı, gizli bir dosyayı açarak içindekileri incelediği ve bunun bazı yersiz hareketlere yol açtığı.
Picquart’ın görev yeri devamlı olarak değiştirilir. Tunus, Cezayir ve diğer sömürge ülkelerde dolaştırılır. Adeta bir yıldırma politikası güdülür.
Picquart, avukat arkadaşı Louis Leblois ile görüşür ve ölümü halinde Cumhurbaşkanına verilmek üzere, olaylar hakkında ulaştığı verileri kaydettiği mektubunu verir. Ulaşabildiği diğer kritik belgeleri de ona teslim eder. Louis Leblois aldığı bu belgeleri doğrudan basına ya da Dreyfus’un ailesine vermek yerine bir politikacıya vermeyi teklif eder: Senato’nun Başkan Vekili Auguste Scheurer-Kestner. Eski bir aile dostudur. Alsac’lıdır ve varlıklıdır. Ayrıca vatanseverdir de. Çıkarcılık ve bencillik yapmayacak birisidir. Ilımlı sol görüşe mensuptur ve sağ görüşlü politikacılardan da pek çok arkadaşı vardır. Mizaç olarak yumuşaktır ama kararlıdır da. Kestner bu bilgileri kullanacağı esnada Leblois, Picquart’tan Tunus’a dönüp kusursuz bir hayat sürmesini ister. Zira böylece “Onu izleseler de uygunsuz bir şey bulamayacaklardır. Bu da onları deli edecektir.” Yani avukatı bir bakıma Picquart’a “Sen çölde oturup olacakları bekle” demektedir.
Dönemin Muhalif Medyası
Kestner’in verdiği bilgilere dayanılarak konu hakkında 29 Ekim 1897’de L’Agence National’de bir haber yayınlanır ve Dreyfus’un masum olduğu yazılır. Haber bir paragraftan ibarettir, fakat ortalığı ayağa kaldırır. Haberde Kestner’in Cumhurbaşkanı, Savaş Bakanı ve Adalet Bakanı ile de görüşeceği yazılmıştır. Picquart’ın Leblois’ya verdiği bilgi ve belgelerin içeriği hakkında parça parça yayınlar yapılır. Birkaç gün boyunca Fransa’da Le Figaro, Le Matin, La Libre Parole, Le Petit Parisien ve diğer bazı gazetelerde konuya dair haber ve makaleler yayınlanır.
Esterhazy, Picquart’a bir şikâyet mektubu yazar. Buradaki el yazısı Picquart’ın bordreau’dan aşina olduğu yazıdır. 17 Kasım’da gazetede “Dreyfus’un Kardeşi Asıl Hainin Adını Veriyor” başlığıyla Savaş Bakanına gönderdiği mektup yayınlanır. Bu mektupta Alfred Dreyfus’un kardeşi Mathieu Dreyfus casus belgesindeki el yazsının Binbaşı Kont Alsin Esterhazy’ye ait olduğunu bildirir. Ertesi gün ise “Esterhazy, Albay Picquart’ı Suçluyor” başlığıyla yayınlanan bilgilerin Kestner vasıtasıyla Picquart’ın avukatı Leblas tarafından Piquart’tan temin edildiği ve Picquart’ın Dreyfus ailesinin dostu olduğu yönünde bir haber daha yayınlanır.
Picquart Üzerindeki Baskı
Picquart, adının gazetelerde yayınlanmasından endişe duyar. Fransa’daki ailesinin ve arkadaşlarının kendisi hakkında yanlış şeyler düşüneceklerine üzülür. Gel gör ki kendisine yapılan saldırılara karşı, aynı yöntemleri kullanarak kendini savunamamaktadır. Zira böyle bir gücü yoktur.
Picquart hakkında soruşturma gecikmez. Tecrit edilir. Soruşturma esnasında o zamana kadarki bütün işlemler, suçlama nedeni olarak önüne konur. Öyle ki Picquart’ın Yahudi oyununa mı geldiği yoksa onlardan para mı aldığı sorgulanır hale gelir. Bütün mektupları ve özel hayatı ortaya serilir. Evli olan bir kadın ile ilişkisi tespit edilir ve kadının kocasının bundan haberi olmadığı hatırlatılarak şantaj yapılır. Picquart, ulaştığı gerçekleri soruşturmayı yürüten generale bir kere daha anlatır. Fakat kendisi hakkındaki kararın baştan verildiğini çok geçmeden anlar.
Şantaj gerçekleşir ve sevgilisinin kocasına Picquart’la olan ilişkisine dair bilgiler sızdırılır. Adam karısını evden kovar ve çocuklarını da yanına vermez. Picquart ise karşısındaki insanların uyguladıkları yöntemler, hırsları ve acımasızlıkları karşısında afallamıştır. O kadar ki sevgilisinin çalıştığı Dışişleri yetkililerine dahi bilgi verilmiştir.
Picquart henüz ordudan atılmamıştır, fakat açığa alınmıştır.
Mızrak Çuvala Sığmayınca
Başbakan, Millet Meclisinde Dreyfus davası hakkında konuşur. Dreyfus vakası diye bir şey olmadığını ve olamayacağını, Dreyfus’la ilgili kararın oybirliğiyle alındığını ve doğru olduğunu söyler.
Leblois, Picquart’ı bazı ünlü kişilerle tanıştırır: L’Aurore gazetesinin editörü ve sol görüşlü politikacı George Clemenceau, Seine Senatörü Arthur Ranc, Millet Meclisi’nin sol kanattan Yahudi üyesi Joseph Reinach, Émile Zola ve Mathieu Dreyfus (Alfred Dreyfus’un kardeşi). Picquart konuyla ilgili tespitlerini bu kişilere anlatır: Dreyfus’u ilk sorguya çeken Albay Clam’a dikkat çeker. Sorgulama sırasında uyguladığı işkenceye varan yöntemleri anlatır. Selefi olan Albay Sandherr’in, casusun ille de Genelkurmay’da olması gerektiğine yanlış yere inandığını ve bu kişinin hastalıklı birisi olduğunu söyler. Halkta yanlış kanı uyandıran en önemli şeyin, Almanlara verilenlerin askerî açıdan çok önemli olduğu bilgisinin yanlış olduğunu, oysa söz konusu bilgilerin hepsinin de sıradan, önemsiz bilgiler olduğunu vurgular. Dreyfus’un gördüğü muamele, gizli duruşma, rütbelerinin sökülmesi, Şeytan Adası’na hapsedilmesi öyle aşırıya götürülmüştür ki, dünya Fransa’nın varlığının tehlikeye düştüğüne ikna edilmiştir. İnsanlar birbirlerine, gördüklerinden daha fazlasının olduğunu düşündüklerini söylemektedirler; oysa gerçek durum hiç de öyle değildir. Yani dönemin “algı operasyonları” tam gaz sürmektedir.
Picquart ayrıca Esterhazy’yi nasıl tespit ettiğini, yaşananlardan sorumlu olan üst düzey kişilerin kimler olduğunu, Tunus’a sürgün edilmesini, kendisine kurulan Dreyfus benzeri komploları da anlatır: “Ordu masum bir adamı hapiste tutmak için öyle kararlıydı ki, suçlu olanın ceza almaması için gerçekten de yardım ediyorlar ve beni de bertaraf etmek istiyorlardı.”
Mathieu Dreyfus, gerçeklerin ortaya çıkması ve kardeşi Alfred’in hapisten kurtulabilmesi için Esterhazy hakkında şikâyetçi olur. Esterhazy’nin mahkemesi 10 Ocak 1898’de başlar. Picquart tanık olarak çağırılır. Şikâyetçi Mathieu Dreyfus ifade verir. İlgili diğer kişiler de ifadelerini verdikten sonra, son olarak Picquart da tanık kürsüsüne çıkarılır. Adeta sanık kendisiymiş gibi sorgulanır. Ve mahkeme kararını açıklar: Esterhazy’nin suçu yok. Bu kararla Dreyfus adeta bir kere daha mahkûm edilmiş gibidir.
Picquart’a Absürd İddialarla Tutuklama…
Ve Émile Zola Suçluyor
Ertesi gün General Billot, Picquart’ın tutuklanması emrini imzalar. Albay Picquart hakkında; mesleki görevlerinin ciddi ihlali konusunda soruşturma yapılmış, hizmet verirken ordu disiplinine aykırı ağır hatalar işlediği iddia edilmiştir. Bu nedenle ikinci bir emre kadar Mont-Valerien’de tutuklu kalmasına karar verilir. Picquart’ın hizmet silahı teslim alınır. İşte o gün, L’Aurore gazetesinde Émile Zola’nın ünlü “J’accuse!..” (Suçluyorum!..) başlıklı makalesi altı sütuna manşet, tam sayfa olarak yayınlanır. Bu makale, Dreyfus olayının pek çok boyutunu özet olarak ele alıp Picquart’ın da tespit etmiş olduğu asıl sorumluları itham eden bir makaledir. Makale bütün dünyada geniş yankı bulur.
Picquart, Paris’in batı tarafında bulunan Mont-Valerein Kalesinde tutuklu olarak bulundurulur. Buradaki tek tutuklu odur. Rüzgârdan başka duyduğu bir ses yoktur.
Makalesinden ötürü Émile Zola hakkında da dava açılır. Zola ve gazetenin yöneticisi olan Perrenx suçlu bulunur. Perrenx’e dört ay hapis ve 3000 Frank para cezası, Zola’ya ise bir yıl hapis ve 5000 Frank para cezası verilir.
Üç yıl sonra, 26 Şubat günü 18 yaşından 43 yaşına kadar görev yaptığı ordudan ihraç edildiği tebliğ edilir Picquart’a. Artık emekli binbaşı aylığı alacaktır: Haftada 30 Frank. Cezaevinden salıverilir.
Toplum, Dreyfus davası konusunda ikiye bölünür. Émile Zola, Georges Clemenceau, Labori, Marcel Proust, Anatol France gibi önemli yazarlar aynı safta yer alırlar.
Picquart, yeni Başbakan Henri Brisson’a bir açık mektup yazar. Mektup Başbakan tarafından okunduğu günün ertesinde Picquart hakkında soruşturma açılır ve yine tutuklanır. Bu sefer avukatı Louis Leblois da tutuklanır ve bir hücreye kapatılır.
Gerçek Suçlular Ortaya Çıkıyor
Birkaç hafta sonra Avukat Fernand Labori (Zola, Picquart ve Alfret Dreyfus’un avukatı) Picquart’a ziyarete gider ve Henry’nin tutuklandığını söyler. Hükümet bir bildiri yayınlayarak, Albay Henry’nin, 1896 tarihli belgeyi yazanın kendisi olduğunu itiraf ettiğini açıklar. Savaş Bakanı, Albay Henry’nin derhal tutuklanması için talimat verir. Albay tutuklanır ve Mont-Valerien kalesine götürülür.
Bir gün sonra Picquart bir haber alır: “Henry öldü”. Hücresinde boğazı kesilmiş vaziyette bulunmuştur. İntihar ettiği söylenir.
Henry’yle ilgili gelişmeler askeri hiyerarşiyi altüst eder. İstifalar ve görevden almalar birbirini izler. Genelkurmay Başkanı Boisdeffre, Savaş Bakanı’na bir mektup yazarak görevlerinden affını ister. Ardından yeni Savaş Bakanı Cavaignac, Ordu Komutanı General Georges Gabriel de Pellieux da istifa ederler. İstihbarat başkanı General Charles-Arthur Gonse de Savaş Bakanlığı’ndaki görevinden uzaklaştırılır.
Bu gelişmeler yaşanırken ne Şeytan Adası’ndaki Dreyfus, ne de La Sante’deki Picquart tahliye edilmezler. Hatta daha da ileri gidilir ve Picquart bu sefer bir de sahtekârlıkla suçlanır. Dört yıl önce Dreyfus’un başını duvara vurduğu Cherche-Midi’deki aynı hücreye kilitlenir. Tecritte tutulur. Kimsenin ziyaretine izin verilmez. Günde sadece birkaç saat küçük bir avluya çıkmasına izin verilir. Hakkındaki suçlama şudur: Telgraftaki alıcının adını kazıyıp yerine Esterhazy’nin adını yazmak. Bu suçun cezası beş yıldır. Ve Picquart haftalarca sorgulanır.
Beş Yıl Sonra Taşlar Yerine Oturuyor
Güvenlik hiyerarşisindeki değişiklikler yargıda karşılığını bulur ve 3 Haziran 1899’da Yargıtay, Ordu’ya Dreyfus davasının yeniden görülmesi talimatını verir. Dreyfus bir savaş gemisiyle askeri mahkemede yargılanmak üzere getirtilir. Bu arada Yargıtay’ın kararı ışığında hakkındaki suçlamalar düşen Picquart salıverilir.
Picquart, kendisine yapılanların hesabını sormak için orduya geri dönmek ister. Dreyfus ise yargılaması devam ederken hala hapistedir.
Yüzlerce gazeteci davayı takip etmek için Fransa’ya gelirler. Kraliçe Victoria, İngiltere’nin Başyargıcını mahkemenin açılışını gözlemlemek üzere Fransa’ya gönderir.
Yargılama yeniden başlar. Dreyfus 39 yaşındadır. Onurlu ve dik duruşunu muhafaza etmeye devam etmektedir. Bir kere daha masum olduğunu haykırır. Ve bir kere daha sert ve suçlayıcı sorulara muhatap olur. Esasında, bordreau üzerinden yapılan suçlamaların artık hiçbir geçerliliği yoktur. Dreyfus yine de bütün sorulara yanıt verir: 120 milimetrelik topun hidrolik freni hakkında bir şey bilmemektedir. Koruma bölükleri hakkında bilgi edinme imkânı vardı ama böyle bir şeye tevessül etmemişti. Madagaskar’ı istila planlarını görmek imkânına sahipti ama görmemişti. Topçu formasyonlarında değişiklik yapıldığı zaman kendisi Üçüncü Şube’de görevli değildi. Ateşleme El Kitabı’nın bir kopyası hiç eline geçmemişti. Fransa’nın Alman yönetimi altında daha iyi durumda olacağını asla söylememişti.
Duruşma bu ana kadar açık olarak yapılmıştır. Ama bundan sonraki günlerde gizli yapılacaktır. Savaş Bakanı Mercier, kısmen pişmanlık da barındıran bir konuşmayla mahkemede ifade verir. İyi niyetle, Dreyfus’la ilgili olarak büyük bir hata yapmış olabileceğinden bahseder. Mercier’nin ifadeleri Dreyfus aleyhtarlarını hayal kırıklığına uğratır.
İlginç Ölümler
Sivil Polis Teşkilatı “Surete”de görevli François Guenee’yi tanıklığa çağırmayı düşündüklerinde, Picquart bu kişinin beş ay önce ölmüş olduğu öğrenir. Dava başladığından beri Sandherr, Henry, Lemercier-Picard ve Guenee ölmüştür.
Mutlu Son
Dreyfus Şeytan Adası’nda dört yıl geçirir.
Bu arada Émile Zola sürgünden döner.
20 Eylül 1899 günü, Dreyfus serbest bırakılır. Hemen İsviçre’ye geçer ve suikast korkusuyla Paris’e dönmez. Picquart ise aralık ayında orduya geri dönebileceğine dair teklif alır. Picquart ve yanındakiler sessizce galip gelirler. Kapalı kapılar ardında, herkesin öfkesi yatıştığında, toplantı odalarında, arşivlerde… bütün olgular dikkatli hukukçular tarafından tekrar tekrar incelenir.
1903 yılında yeni Savaş Bakanı General Andreé bütün kanıtların yeniden incelenmesine razı olur. Yargıtay, 1904’te konuyu yeniden ele alır. 1905 yılı laiklik tartışmalarıyla geçer. 12 Temmuz 1906’da Yargıtay, Rennes kararını fesheder ve Dreyfus tamamıyla aklanır.
13 Temmuz’da Millet Meclisinden, Alfred Dreyfus’un Binbaşı rütbesiyle orduya dönmesine ve kendisine “Legion d’Honneur” nişanı verilmesine 32’ye karşı 432 oyla karar verilir.
Savaş Bakanı Mercier, Senato’da önerge aleyhine konuşmak isteyince yuhalanır ve kürsüden indirilir. Aynı gün, Picquart’ın 1898 yılında rütbesi sökülmemiş olsaydı oylama günü hangi rütbede bulunacak idiyse o rütbeyle orduya dönmesine 26’ya karşı 449 oyla karar verilir. 25 Ekim’de Georges Clemenceau Başbakan olur. Ve Clemenceau, Picquart’ı Savaş Bakanlığına atar.
***
Aradan bir asırdan fazla bir zaman geçmiş olsa da Dreyfus Davası, günümüz dünyasında ve günümüz Türkiye’sinde adalet sopasını elinde tutanlar ve o sopayla dayak yiyenler açısından birçok önemli mesaj barındırıyor.
Kaynaklar:
Robert Harris; Subay ve Casus (Çev: İlknur Özdemir)
Sami Selçuk; Dreyfus Davası Dünyaca Unutulamayan Yargılama Yanılgısı
Émile Zola; Suçluyorum (Çev: Tahsin Yücel)
Richard Sennett; Kamusal İnsanın Çöküşü (Çev: Serpil Durak, Abdullah Yılmaz)