UZMANLAŞMAK TEMBELLEŞMEK ENTELEKTÜELLEŞMEK

 

Kimse, ama hiç kimse, en özgün ruhlu kişi bile, tek başına ayakta duramaz, kendine yetemez… Fransız düşünür Alain: “Aslanın vücudu, yediği hayvanlardan oluşur” derken bu gerçeği ifade etmektedir. Gerçekten de öyle değil mi? İnsan tek başına nedir ki? İnsan olma sorumluluğu bir yönüyle de toplum içinde bulunma zorunluluğu değil midir?

Şunu her zaman akılda tutmalıyız ki; kendi düşüncelerimizin, kendi hedef veya istikametlerimizin her zaman için mutlak doğrular olduğuna inanmak en âlâsıyla gafilliktir ve sonu belirsiz bir yolda, gözlerini sımsıkı kapamış ilerleyen ahmağın yürüyüşünden farksızdır.

Bir de Bertrand Russell’a kulak verelim: “Şimdiye kadar yaşamda önemli sayılan şeylerin en büyük bölümünü savunma ve saldırı oluşturmuştur. Kendimizi açlığa, çocuklarımızı dünyanın ilgisizliğine, ülkemizi ulusal düşmanlara karşı savunuruz; tehlikeli ve düşman olduğunu sandığımız kimselere de sözle ya da fiziksel olarak saldırırız. Ancak, aynı ölçüde güçlü olan başka duygu kaynakları da vardır. Estetik yaratıcılık ya da bilimsel keşif duyguları, en tutkulu aşk kadar güçlü ve yoğun olabilirler… Doğru eğitim verildiğinde insanların büyük çoğunluğu mutluluğu yapıcı faaliyetlerde bulabilirler; yeter ki elverişli olanaklar var olsun.”

“Doğru eğitim” derken kastedilen nedir? Doğru eğitimi kimler verebilir? Daha özel bir alana dönerek soralım: Türk subayının, bugünkü konumu itibariyle doğru yerde durması ve doğru eğitim vermesi, başka bir deyişle yararlı faaliyetlerde bulunması ve yararlı faaliyetlerde bulunabilecek kişiler yetiştirmesi nasıl gerçekleşebilir? Bir milletin geleceği kendilerine emanet edilmiş olan gençlerimizin büyük bir çoğunluğu asker ocağına uğradığına göre, onların en deli dolu dönemlerinde yetiştirilmesinde vazife alacak subaylar ne gibi bir donanıma sahip olmalıdır?

GERÇEK ENTELEKTÜEL…

“Belli bir topluluk için ve o topluluk adına bir mesajı, görüşü, tavrı, felsefeyi ya da düşünceyi temsil etme, cisimleştirme, ifade etme gücüne sahip olan bireye ‘subay’ denir.” Bu tanım Edward Said’e aittir. Bir farkla ki o, subay yerine entelektüel demiştir. Tanımda, sıralanan özellikler bir subayın da sahip olması gereken özellikler olduğu için bu değişikliği yapabiliriz.

Gelişen olaylar karşısında durağan bir akılla ne ölçüde başarılı hareket tarzları sergileyebiliriz ki? Bu sorudan hareketle entelektüele ait bir kısım özelliklerden bahsederek Türk subayının güncel konumuna atıflarda bulunabiliriz.

Birçoğumuzun aklında yer ettiği şekliyle entelektüeller halkın anlamadığı bir dille konuşan, sadece kendileri gibi olanlarla iletişim kuran entel barlarının müdavimleri değillerdir. Çağının ve içinde yaşadığı toplumun mevcut durumu ve sorunları hakkında zengin bir bilgi birikimine sahip ve bu birikimi esas alarak analiz, sorgulama, değerlendirme yapan; düşünce üreten, daha iyi bir toplum ve giderek daha iyi bir insanlık için gereken her türlü özveriyi gösteren kişilerdir entelektüeller. Belirli bir muhatap ve dinleyici kitleleri olmakla birlikte, mümkün olduğunca geniş bir halk kesimine, onları küçümsemeden seslenirler. Çünkü bu kesim onların doğal muhatabıdır. (Tıpkı bir subayın astlarına hitap ederken aslında bütün bir millete karşı olan bir vazifesini yerine getirmesi gibi)

Entelektüel, içinde yaşadığı topluma karşı sorumluluklarını çok iyi bilmelidir. Edward Said’in benzetmesiyle söylersek; gemisi battıktan sonra karada değil karayla birlikte yaşamayı öğrenmeli; amacı küçük adasını sömürgeleştirmek olan Robinson Cruso değil, olağanüstü şeyler yaşadığı duygusunu hiç kaybetmeyen ve bir bedavacı, fatih ya da yağmacı değil de her zaman bir gezgin, geçici bir misafir olan Marco Polo olmalıdır. Böylece, sadece kendi ekseni etrafında dönmekten kurtulup değişik güç kaynaklarından da yararlanarak olgunlaşabilme sürecine girmiş olur.

“YANLIŞ BİR HAYAT DOĞRU YAŞANMAZ”

Sahip olduğu işlev gereği entelektüel, gündelik politikayla arasına mesafe koyar. Mevcut modernlik anlayışından sıyrılarak araştırıcı, öncü, keşfedici nitelikte yeni bir “düşünen adam” heykeli inşa eder. Yeni bilgi kategorileri, yeni araştırma ve düşünme yöntemleri arar; yaşadığı çağı anlamaya ve açıklamaya çalışır. Bir bakıma da çağının tanığı olur. Bunları yaparken de medyanın genellikle olumsuzlukları vurgulamaya meyilli manipülatif etkilerinden uzak durmaya gayret eder. Bireysel, milli ve küresel güç unsurlarına bilinç düzeyinde hâkim olur. Değersiz ve dengesiz düşüncelerden sıyrılmış, standartlaştırılmış ve da kabul ettirilmiş yanlış bir hayatı doğru yaşamak uğraşına girmeden yüklendiği sorumluluğu gerçekleştirir. Fikirlerini temellendirme kullandığı birincil motivasyon unsuru demokratikleşme olgusudur. Böylece, toplum içinde sözü edilen her kavramı gerçek hayatla ilişkilendirip, olup biten (veya var olma sürecindeki) olaylarla, sesini ulaştırabildiği kesimin zihinleri arasındaki uçurumları kapatır.

Entelektüelin bir görevi de farkına vardığı ve belirli bir süre sonra büyüyebileceğini fark ettiği bir krizi genele yayarak herkeste o sıkıntıyı yaşama sorumluluğunu ve dayanışmayı oluşturmaktır. Burada Richard Crossman’ın; “Şeytan da bir zamanlar Cennet’te otururdu; bu yüzden onu daha evvel görmemiş olanların ilk gördüklerinde meleklerle karıştırmaları mümkündür,” sözünü zikretmemiz yerinde olacaktır.

UZMANLAŞMAK…TEMBELLEŞMEK…

Bütün bunların yanında, sahasında uzmanlaşmış bir entelektüelin, yaptığı işi geçim kaygısıyla mesai saatlerine sıkıştırıp standartlaştırmasının, kabul edilmiş paradigmaların ya da sınırların dışına çıkmayarak kendini vitrine yerleştirmesinin ve “aman bir tatsızlık çıkmasın da” düşüncesine saplanmasının ne kadar hatalı olduğu gayet açıktır.

Uzmanlaşma, bir yönüyle heyecan duyma ve bir şeyler keşfetme duygusunu da öldürür. Kaldı ki, bunların her ikisi de entelektüelde mutlaka bulunmalıdır. Kısacası: Uzmanlaşmaya teslim olmak tembelliktir, bundan kurtulmanın çaresi ise entelektüel birikimin sürekli olarak yenilenmesinde saklıdır.

Kişi, entelektüel birikimi arttıkça kısa vadede gerçekleşmesi muhtemel (veya kesin) olan olayların etkisinden kurtarabilir kendisini. Farklı bir bakışla (Polyannacılıkla değil) gelişmelerin ardındaki ümit ışığı görülebilir. Akıl süzgecinden geçirilmemiş gelecek projeksiyonlarıyla zihni bulandırmanın ise vurdumduymazlık ve nemelazımcılıktan başka bir getirisi olmaz.

Günümüzün karmaşık sosyal ilişkileri içinde değişik alanlardaki gelişmelere tek boyutlu yaklaşımlarla değer biçmek hayatı hafife almakla eş değerdir. Böyle olunca da meydana gelmesi muhtemel olaylardan olumlu sonuçlar çıkarmak mümkün olmaz.

Gözden kaçırılmaması gereken bir nokta daha var ki, o da popüler iletişim araçlarının genç bireyler üzerindeki etkileridir. Maiyetinin olumsuz etkilenmelerini giderebilmesi için, bir subayın yeterli düzeyde entelektüel birikimle donanması gerekir. Gençlerin askerlik görevlerinden sonra hayata atılmalarının daha isabetli olduğu inancının yaygın bir şekilde kabul gördüğü toplumumuzda, onları hayatın zorluklarını göğüsleyebilecek şekilde eğitmekle de yükümlü olan “komutanlara” önemli sorumluluklar düşmektedir.

Entelektüel birikime sahip bir komutan astının nazarında kıymetlidir. Örnek alınacak konumdadır. Komutanın, bu avantajı etkin bir şekilde kullanabilmesi ise sahip olduğu entelektüel seviyeyle doğru orantılıdır.

Kaynaklar:

  • “Entelektüel, Sürgün-Marjinal-Yabancı” Edward Said, Ayrıntı Yayınları
  • “Toplumdan Sosyal Sisteme Entelektüel”, Nuri Bilgin, Türk Aydını ve Kimlik Sorunu içinde, Sf: 189, Bağlam Yayınları
  • “Felsefe Geleneği ve Aydınımız”, Doğan Özlem; a.g.e, Sf: 205
  • “Sorgulayan Denemeler”, Bertrand Russel; Tübitak

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir