GİT DE GÜLLERE CAN VER
Hayat zıtlıklarla kaimdir. Zıtlıklar üzerine kurulmuştur nizam-ı âlem. Her son, kendisinde saklı olan başlangıçların sırrını taşır. Zıtlık, bir uhrevi denge. İnsan olma sorumluluğunun vicdanımızda yankılanmasını sağlayan düzenek. Yığınları şuurlandırabilecek teçhizatı barındırır özünde. Zıtlık, bir yolculuk. Hücrelerimizden galaksilere.
Yokluk, zıtların hissedilmeyen ağrısı. Düşüncenin köhneleştiği şuurda aks-i sedası çoğaldıkça çoğalır. Düşüncenin atlas zemininde saman alevinden mülhem yersiz yurtsuz bir vurguncudur yokluk fikri. İz bırakır, bağrına bastıklarında. Pişmanlığa gebe bir nişan. Varlık fikrinin muştucusudur pişmanlık sancıları. Varlık, dimağı körelmemişler için sonsuza yönelmenin ebedi sırrı. Sır ki ne hayalinden vazgeçmek mümkün ne de meşakkatlere boyun eğdiren gizlerinden.
Kulluk için şiiriyet arayanlara salık verilmelidir varlık bilinci. Bilginin çorak çehresine bir ışık, bedenin ölgün duruşuna hayat. Hayat ki, suda yüzer, havada uçar, toprakta gezer ve yanar ateşte. Ölümle sarmaş dolaş. Ölüm fikriyle!
Varlık-yokluk birlikteliğinde, ölümündür arabuluculuk görevi. Ölüm, zirvenin sudaki sureti. Bundandır korkutan çukur görüntüsü. Başı yücelere dönük, gözü maddi hesapların ötesinde, ruhuyla kendilik sınırlarını zorlayanların hayalhanelerinde alabildiğine heybetlidir duruşu. Ve öylesine de sıcak, sımsıcak. Ölüm, hayatı denetleme mevkiinde en kudretli gerçek. Ve hayat bestesinin nakaratında, şuh bir edayla tekrarlanan, kalbi kirden, beyni hiddetten, gönlü zevkten, teni candan, canı dünyadan sıyıran vuslat tellalı.
Mevsimlerden en çok kışı hatırlatır, ölüm. “Beyaz lerze”lerin toprağa sinmesiyle başlayan uyku… Nevbahar’ın bağrında gizlediği uyanış… Ve yeniden serpilme. Kar yağışının ürperten sürekliliği kimi zaman uyuşturur beynimizi. Bu uyuşukluk içinde sağa sola bakınıp meşgaleler ararız. Ömür törpüleyici ve zahmetli bir arayıştır bu. Ve biz insan evlatları, bu zahmete katlanmayı, nedense, düş sandallarına binip deryalara açılmaya veyahut düşüncenin şehla örgülü salıncağında ferahfeza dakikalar yaşamaya yeğ tutarız.
Yağan ve eriyen kar, akan ve kıvrılan ırmak, çalkalanan ve durulan deniz. Doğan ve batan güneş, can bulan ve can veren insan. Yeşeren ve solan doğa, uyuyan, savrulan, sarsılan, nihayetinde yaşanan hayat. Başı/sonu fani, içi/dışı cazip, önü/sonu sayılı nefesler… Yeniyetmelikten sevda muzdaripliğine, ten kafesinden ruh halvetine, ağız kirinden gönül sohbetine… Hercai günlerin demlenen coşkusudur bizleri sermest kılan ve fikrimizi uyaran. Ömrün daralan bakiyesi, büyüyen heveslerini ezme arifesindeyken…
Yokluk değil mi varlığı kımıldatan?
Ölüm değil mi hayata lezzet katan?
Öyleyse beni sen gülerek uğurla
Can verir güle toprak altında yatan. (Ahmet Turan Oflazoğlu)
Ey yolcu! Sular gibi dupduru, apaydınlık, tertemiz ol! Sular gibi ak; hasmın peşinde gürül gürül, yârin yolunda salınarak. Düş yollara dostun peşi sıra. Dostun, son durağa yaklaştıkça sıratlaşan yollarında, dertli bir seyyah olma bilinciyle. Dönüşün, yağmurlar gibi gür ve bereketli olsun. Ağlayışları gülmelere çevirsin iyi haberlerin. Ah ki, civanmertliğimizi kaybettik. Artık seni sevinçle uğurlamak harcımız değil, inan! Ve artık senden öte, bizliğin bir yanı iğreti ve eksik. Senden gelen gün arzumuz gelir mi ki topraktan? Şüphelerin boyunduruğuna sürüklendik gidişinle. Gittin! Vârisin nerede? Nerede yokluğunu ikmal edecek has ruhlar? Yığınlar içinden bir fısıltıdır bu feryat: Ya dön ya haberdar eyle bizi varlığından sen gibi dost seslilerin.
Ağlayıp, nalan edip yollara düşmek… Evrenin, hayret ve dehşet içinde tir tir titreten zıtlıkları ve bu zıtlıkların şaşırtıcı bütünlüğü içinde. Yaratan’ın sınırsız rahmetine sığınarak. Kâbuslara denk düşecek bir korkuyu sindirerek yüreğine. Belki demir çarık belki yalın ayak, fersiz bileklerle adımlanan yollar, çiğnenen zamanlar. Arzulara kelepçe, yâre sırılsıklam bir arzuhal, anneye bir dua temennası… Dostluk lügatinden devşirilmiş sözlerdir bunlar gitmeye dair. Dostun serzenişlere sitemkâr satırlarından paldır küldür toparlanmış sözler. Varın durgun halinden nağmeleri kalbinizle dinleyin. Gerçi nağme de denmez ya onlara! İnilti, belki, gönlün kûyundan.
Giden, eylemine yüce bir anlam yükledikten sonra ne önünü kesmek ne de gözyaşı dökmek yaraşır geride kalana. Gidişini bir menfaat ve beklentiye bağlayana ise:
Git derdüme sen devâ değilsen
Bîgânesen âşinâ değilsen (Fuzuli)
deyip el etmek gerekir.
Giden, giderken bir parça koparırsa içimizden, bizi bitirmeye değil, gelip ömrümüzü mayalamaya varacaktır bu tükeniş. Hem anlayacaktır/anlamalıdır kutlu yolcu, yerin altının da üstü gibi her çiçek için has bahçe olduğunu. Değil mi ki toprak, gül de bitirir diken de. Gel gör ki dikenler kan akıtır, güller gülümser.
Öyleyse sen. Git de güllere can ver!