Grafik: Giray Turna

ŞEYTANIN SÖZÜ VE SÖZÜN GÜCÜ

 

Söz, varlık üzerindeki etkin güçler arasında en kudretli olanı. Ve şeytanın dahi gücü, sözünden ibaret. Şeytan, elini uzatıp elimizden tutmaya muktedir bir varlık değil. İnsanın onunla olan ilişkisi, sözünün etkisinde kalmakla ilgili. “Şeytana uydum” tabiri ile vecizeye dönüşmüştür bu hal. İnsanın özgürlük arayışının vardığı trajik nokta.

Özgürlük, iradenin çocuğudur. Ve şeytan, insandaki özgürlük tutkusunu çok kere istismar etmektedir. Fenaya meyletmekten haram yemeye kadar kişisel kategorideki, yalan söylemekten canlılara zulmetmeye kadar da toplumsal kategorideki hemen her eylemin şekillenmesindeki ilk motivasyonu, insanın güçlü bir hevesle atıldığı “özgürlük yolunda yürüme” düşüncesi oluşturur. Bu düşünceye yön veren iki mekanizma vardır: Şeytan ve vicdan.

Evrende her an, her varlık konuşma halindedir. İnsan, konuşkan canlılara ve nesnelere ait sesleri bazen duyar, bazen sağır kesilir. Duyduklarımız her zaman gördüklerimize ait sesler değildir. An olur gözümüzün önünde konuşanı duymayız, an olur görmediğimiz bir varlığın sesini duyarız. Duymakla duymamak arasında, kulağımızın terazisi, her seferinde doğru tartamaz bu sesleri. Bir kuşun sesi ile yuvarlanan bir taşın sesi aynı ağırlıkta olmaz. Duymadığımız sesler duyduklarımızdan çok daha fazladır. Bu iyi bir şey midir? Kulak için belki öyledir de ya akıl ve ruh için?

Asıl endişelenmemiz gereken, duymak ya da duymamak değil, duyduklarımızı anlayıp anlamadığımızdır. “Anlam” meselesi yani. Nasıl ki duymadığımız sesler duyduklarımızdan daha fazla ise, anlamlandıramadıklarımız da anlayabildiklerimizden ziyadedir. Yeryüzünde sağır bir varlık olarak yaşayıp gidiyoruz. Oysa Yaratıcı, duymamız için kulak ve duyduklarımızı anlamlandırmamız için de akıl vermiş. Ama biz, sadece bir insanın yapabileceği kötülüğü kendi kendimize yaparak, özgürlük tercihlerimizi gafilce bir aldanışa meylederek kullanıyoruz. Varlığın sesini duymak için her seferinde kulağa ihtiyaç yok oysa. Beş duyumuzun tamamı bu “duyma” işlevine sahip. Demem o ki evrendeki sesleri duyabilmemizin, beşi bir yerde, beş türlü yolu var. Ve de hepsi vicdan çarkında düğümlenmekte.

Vicdanınki de dahil birçok ses arasında neden en çok duyduğumuz şeytanın sesidir peki? Çünkü şeytan durmaksızın konuşmaktadır. Susması bile yerine göre bir konuşma biçimidir. Onun mesaj yüklü bütün söylemleri, özgürlük şarkısı formatında ulaşır insana. Bundan dolayı da hoşumuza gider, nefsimizi ve gururumuzu okşar. Bu hoşnutluk, sözün gücünün apaçık göstergesidir. Telkinlerin her seferinde özgürlük kavramına atıf yapması, bu gücün asıl kaynağını oluşturmaktadır. “Özgür” irademiz ile o telkinlere tav oluruz. Ve böylece (şeytan) sözün(ün) gücüne boyun eğeriz.

Her ne kadar Mahatma Gandhi, “Vicdanın sesi bütün kanunların üstündedir.” dese de vicdanın sesi tiz bir perdeden duyulur. Akışkan bir dinginlik barındırır. Şeytan arsız bir hatip, vicdan ise naif ve güçlü bir nasihatçidir. Kalbimizle aklımız arasında ve yaratılışın bir mucizesi olarak davranışlarımızı denetleyen bir sistemdir vicdan. Gücünü insan doğasına uygun olmasından almaktadır. Vicdanın özgürlük besteleri bizi taşkınlığa değil, insan onurunu korumaya dönük arayışlara davet eder. Vicdanın sessizliği, şeytanın şölen vaktini işaret eder. Şeytan vicdansız bir retorik avcısı, vicdan ise melek edalı bir söz üstadıdır.

Kim özgür olmayı, özgür kalmayı ya da özgürleşmeyi istemez ki? Şeytan da vicdan da sözün gücünü kullanarak davranışlarımıza ayar verir. Mesele bizim hangi sözün gücüne boyun eğeceğimizde düğümlenmekte.

Yaratıcı, varlığını insanlara duyurmak için “söz”ü kullandı. Jacques Ellul, “Sözün Düşüşü” isimli eserinde Hıristiyanlık üzerinden bunun tartışmasını yapar ve İncil bağlamında sözün değerini anlatır. Ellul’ün eserinden tasavvuf felsefi bağlamında bir çıkarımda bulunursak, Yaratıcı, sıfatlarının gölgelerini insana bahşetmiştir diyebiliriz. Böylece bir bakıma O’na ait sözlerin gölgeleri de şuurlu varlıklar tarafından kullanılagelmektedir. Sözün kıymeti de gücü de işte bundan kaynaklanmaktadır.

“Söz uçar yazı kalır” ifadesi retorikle süslenmiş büyük bir yalan. İster şeytandan isterse vicdandan kaynaklansın fark etmez. Söz uçar, ama kaybolmaya doğru bir seyahat değildir bu uçuş. Aslında söz uçuşur. Kiminin kulağını okşar, kiminin suratına çarpar, kiminin ise kalbine sızar.

Söz daima bir uçuş halindedir. Bazen dudaktan kalbe, bazen de kalpten kalbe. Yazı “kalır”, ama unutulmaya terk edilme korkusu içinde. Kirletilmiş sayfalardan parıldama mecalinden yoksun ve onu söze, sese dönüştürecek bir civanmert beklentisi içinde. Unutulmamalıdır ki, “kalmak” fiilinin bir anlamı da özelliğini kaybetmektir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir