CEZA

 

Cezaya çarptırılma korkusu insanın yaratılıştan edindiği bir duygu olmasa gerek. Zira öyle olmuş olsaydı Âdem ile Havva’nın ilk kabahatlerini işlemeden önce, suç ve cezanın kritiğini yapıp, bir endişeye kapılmaları gerekirdi. Doğuştan edinilmese de bu duygu, doğduktan bir müddet sonra (bebeklikte, çocuklukta, gençlikte ve yaşlılıkta, aile ve çevre faktörlerinin eşliğinde), önce doğaçlama sonra sonra eğitim ve öğrenmeyle ve iradi olarak benliğimizde yer bulur.

Cezaya çarptırılma korkusu, suç işlenmesinin (dinsel anlamda ise günah işlenmesinin) önlenmesi açısından hem bireye hem de topluma bakan yönleriyle “yararlı” bir korku türü de olabilir. Elbette ki kimse cezaya çarptırılmak istemez. Peki bunun istisnası yok mudur? Tabii ki vardır. Dünyevi anlamda, işlenen suçun vicdanda oluşturduğu ağırlıktan kurtulmak için cezaya katlanma isteği, ruhsal bir arınma beklentisinin ürünüdür. Benzer şekilde dinsel anlamda da bir günahın getirisi olan cezasının ahiret yurdunda verilmesi insan aklını içinden çıkılması güç bir girdaba sokabilir. Suçun cezası öteye kalırsa cezanın türünü ve miktarını tahmin etmek mümkün olmadığından, hesabın bu dünyada kapatılması kişinin ruhunu dinginleştirebilir.

Hukuk sistemimize göre; hangi kabahatin ya da hangi suçun cezayı hak ettiğini ancak bir kanun metni ile belirlenebilir. Ve bu cezanın şekli, süresi ve icra usulü de yine kanunla ortaya konur. Cezanın, işlenen suçla orantılı olma gerekliliği önemli bir hukuk kriteri olmakla birlikte, üzerinde çokça tartışma yürütülen bir konudur da aynı zamanda.

Suçu ve suçluyu ortaya çıkarmak, devamında da ceza rejimini uygulamak hukuk sisteminin önemli bir alanı. Bu alan “ceza hukuku” olarak da adlandırılıyor. Suçta kişisellik prensibi ne kadar önemli ise cezada da orantılılık ilkesi o derece önemli. Aksi takdirde mağduriyet yaşanması kaçınılmaz.

Doktrin ve İddia Makamının Aforizmaları

Hukuk kitapları bu meseleleri detaylı bir şekilde açıklar. Ki, hukukta “doktrin” denen bir kavram da var. Doktrin, hukukun yerleşmiş kurallarına dair muteber görüşler, kayda geçirilmiş açıklamalar ve değerlendirmelerdir, denebilir. Doktrinde suç ve cezaya ilişkin değinilmemiş konu neredeyse yok gibidir. Buna rağmen uygulamada öyle ilginç durumlarla karşılaşılıyor ki, insan sormadan edemiyor: Acaba hukuk eğitimi almayan insanlar mı hukuk sisteminin çarklarını çeviriyor?

Bugün ceza yargılaması yapan hâkimler öyle görünüyor ki, önlerine konulan suça dair iddiaları pek de sorgulamadan ve doktrindeki süzgeçlerden geçirmeden yargılamanın daha başlangıcında iddia makamının aforizmalarını yücelten bir eda ile sanık aleyhindeki önyargıları adalet mekanizmasında etkin kılıyorlar.

Ceza, hak edene geciktirmeden verilirse toplumda caydırıcı bir etki oluşturabileceği söylenebilir. Haksız yere cezalandırmanın oluşturacağı tahribat ise kişisel mağduriyetle sınırlı kalmayıp, bütün bir toplumun hukuka güvenme duygusunu da zedeler.

Cezalandırma Şehveti

İnsanlarda cezaya çarptırılma korkusu olduğu gibi, bazı muktedirlerde de cezalandırma şehveti var. Günümüz Türkiye’sinde bunun örnekleri çok. İşin kötü yanı muktedirlerin bu şehveti halka da sirayet edebiliyor. Nitekim 15 Temmuz hadisesinden sonra ortaya atılan, “idam cezası yeniden yürürlüğe sokulsun” söylemi, muktedirlerin cezalandırma şehvetinin halka sirayetinin açık bir örneği oldu. (Mahkeme kapılarında, 15 Temmuz yargılamaları için duruşmaya getirilen sanıkların üzerine fırlatılan idam simgesi halatları hatırlayın.)

Suçta ve suçlamada somut, delile dayalı ve objektif kriterler ne kadar sağlam inşa edilebilirse, cezalandırmada da aynı oranda hakkaniyetli davranılabilir. Yanlış ve haksız suçlamalarla başlayan yargı sürecinin son (yani karar) aşamasındayken hataların farkına varılıp, cezalandırmada makul ve hakkaniyetli bir sonuca varılması ise sadece bazı yanlışları düzeltmeye yaramış olur. Aradan geçen zamanda yaşanan ve ömür boyu yaşanması muhtemel olan mağduriyetleri ise gideremez. Tazminat, yıpranmış hiçbir duyguyu onaramaz.

CMK Md.100: Kanun Eliyle Psikolojik Baskı

Tutuklanmanın kanunda yazan gerekçelerinde, “verilmesi beklenen ceza”dan da bahsediliyor. (CMK Md.100) Yani denmek isteniyor ki, yargılama bittiğinde kişiye verilmesi beklenen cezanın miktarı yüksekse, şüpheli/sanık tutuklanabilir ve yargılaması da tutuklu olarak devam ettirilebilir. İyi de daha soruşturma aşamasında iken, ortada bir iddianame, açılmış bir dava yokken, tutuklama gerekçesi olarak bu maddeyi de ifade etmek ne kadar hakkaniyetli olabilir? Yani kanun, tutukluya, hürriyetinden mahrum edilmesinin haklı gerekçelere dayandığını ve içerde (yani cezaevinde) iken kendini kallavi bir cezaya hazırlamasını salık veriyor. Bir tür, kanun eliyle psikolojik baskı.

Bir tutuklu bu psikolojik baskıya asla boyun eğmemelidir. Tutuklatan savcının ve tutuklayan hâkimin kanunun lafzını eğip bükerek bir zulüm ahengi oluşturmalarını, tutukluluğu devam ettiren hâkimlerin de bu zulüm halayında mendil sallamalarını kâh tebessümle, kâh öfkeyle ama her seferinde sabırla izliyorum/izleyelim. Mahkemenin takdir edeceği cezanın ne olacağını ise bahis konusu yapmıyorum bile. Bunu cezalandırılmayı hak ettiğine inananlar düşünsün.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir